17 Kasım 2012 Cumartesi

Ey güzel Turizm İnsanlığı..


Temel ile Dursun Amerika ya gitmişler.Havaalanında Dursun çantalar ile ilgilenirken Temel de etrafı geziyormuş.Bir kola makinesi gören Temel başlamış bozuk para atmaya..
Bu sırada işini bitiren Dursun  birde bakmışki ; Temel kola makinasına para atıp durmadan kola alıyor.Etrafında yüzlerce kutu kola.Hemen koşmuş yanına
–Ya ne yapıyorsun!!! demiş.
Temel basmış cevabı K a r ı ş m a  b u g ü n ş a n s ı m çok iyi…

Yaşam ve özellikle  iş hayatı bize empoze edilen  illüzyonlar ile dolu.. Şöyle biraz geçmişe baktığınızda birileri özellikle bu toprakların nice tarih nice değer barındırdığının farkında olan birileri bize bu hayalleri yolluyor.Sanıyoruz ki şansımız iyi..Ülke ekonomimiz ihracat rakamı olarak  artıya geçmiş ve ilk otuz ülke arasında yer alıyor iyi güzelde ülkenin yaratabileceği değer ne nedense o hiç söylenmiyor?Bir trilyon dolar ithalat yapan Temelin Amerika’sına ne satabiliyoruz? Niye bizden aldıkları Bor’ lar bize öğrettikleri t-shirt veya jean e  dönüşmüyor.Ve niye çok yakın dostumuzdan bize turist gelmiyor? Turist yerine asker ,silah  geliyor. Neden Temelin Amerika sı dedim . Çünkü hepimiz birer temel olup bir Amerika hayali kuruyoruz da ondan. Ondan sonra takılıyoruz bir makineye ..Oysaki kendi gücümüzün kendi değerlerimizin farkına varıp bu Cumhuriyeti kuranların yolundan gidebilsek ,kendi gücümüzün farkına varabilsek.
Turizm değerlerimizin kimlik yapısını ulusal yapımız ile özdeşleştirebilsek . Hangi ulus vardır ki Çanakkale de düşmanının anıtını mezarını korusun bunun için dünyanın öbür köşesinden ulus bile olmayan bir ülkeden misafir veya gezgin  gelebilsin de , buna  rağmen  yüz yıldır hala barbar diye nitelensin sesini çıkartmasın..
Yemek ,içmek, müzik, dans  her şeyimiz ile özgün yapımızın tüm dünya insanlarınca kabul göreceğinin farkında değiliz..Daha düne kadar Orta asyanın yarısının Türkçe konuştuğunu bu ülke insanının yüzde sekseni bilmiyordu..           Her şeyimiz inanın her şeyimiz ile büyük bir ayrıcalık ve beğeni toplayan o özgün yapımız, o ulusal dişlilerimizin farkında değiliz  Bize bir gösteri sunuluyor bizde seyrediyoruz...İllüzyonları oluşturanlar farkında ama ama biz gücümüzün farkında değiliz. 
Bana  bir ülke söyleyin. Dört bir yanı denizler ile çevrili .Ne balıkçılık,ne deniz ulaşımı ne denizlerde bir güç  olabiliyor.Bana bir ülke söyleyin kumsalları, denizi ,güneşi, tarihi kültürü yemesi içmesi dansı  her şeyi başka.
Ama bu ülkeye gelen turist , Hint okyanusundaki üç beş adaya giden turist kadar para harcamıyor. Çünkü ekonomi ve başka düğmeler başka başka  ellerde.
Bana bir ülke söyleyin dünyanın bir çok ülkesi dur giremezsin vize var diyor.Ama geçiş hakkı kendisinde olan tüm stratejik noktalardan neredeyse atom bombası bile geçirilecek (geçirilen!!!)bir şey diyemiyor. Hani boğazlardan Çinin Rusyadan aldığı uçak gemisi  geçişine  bir milyon Çinli turist gelecek diye izin verenler bana söyleyin bu ülkenin neresindeler?
Bu izni verenler yabancı değil bizden. Bor ları madenleri şimdilerde neptunyumları satanlar kimler onlarda bizden.
Bana bir ülke söyleyin .Yanı başında burun buruna duran adaları vermiş bir lider bir komutan tartışılmıyor  şimdi  neredeyse yüzerek gideceğimiz Kıbrıs tartışılırken asker deniyor İngiliz askeri denilmiyor.,birileri suçlanabiliyor.Ülke sınırlarını bile illüzyonlara çevirip bak burası gerçekte senin değil burası Hititlilerin diyecekler ya Temel  ile Dursuna ayıp olacak.

Turizm içerisindeki tüm insanlar   ,bu sektörün içerisindeki tüm insanlar bu faaliyeti oluşturan tüm katmanlar tüm ekonomik birimler tüm dünya insanları biliniz ki bir illüzyon gösterisinde kusura bakmayın ama  ‘’ bugün şansım iyi ‘’ diyorsunuz.
Birileri çok ca birilerinin bilmediği bilmez  işler yapıyor. Ve bu bilinmezlik de dünyanın en güzel yeri en turistik yeri   bir yılda kirlenebiliyor.
Nerde oraya yatırım yapan turizm gönüllüleri . Kim düşünür onları o dünya insanı gönüllüsünü kim düşünür .Hepsi bomba altında.Bir zamanların orta doğunun   las vegası Beyrut yok edilebiliniyor.. Şimdi Çin ekonomisinden korkuyor o ekonomiyi yaratanları bilmezlikten gelip duruyorsunuz. Ve bir çok güzel insan bir çok yatırıma gidiyor. Ülke turizmi gelişecek bende pay alacağım. Ama inanın bu sektöre yatırım yapan bu aşk ile dolu güzel insanların diğer tröstlerden çok farklı bir yanı var . O da doğayı insanı yaşamı börtü böceği her şeyi  yaradanı sevmek.
Keşke böyle bir insanlık hüküm sürsede  dört bir yanda. Onlara ey güzel turizm insanlığı diye seslenmek istiyorum..

Ey güzel Turizm insanlığı. Bir gün bu ülkede de maviyi unutturacaklar. Maviye sahip çıkmamız için maviyi bilmemiz maviyi bilmemiz için ulusal değerlerimizi korumamız gerekiyor.

Ey güzel turizm insanlığı  biliniz ki ulusal değerleri koruyarak tüm dünyada siyahın elinden maviyi kurtaracaksınız.
Size şimdi çooook uzak gelen siyah karartma geceleri ,güneşinizin üstüne çökecek. O yüzden güçlü olmanın gücünü bilip ülkenizin maviye boyanması için uğraş verin.

Ey güzel turizm insanlığı ayrı gayrı yok o düşünce bu düşünce yok turizm ayrı apayrı bir felsefedir. Bir düşünsel hareketin  aniden sosyal ve ekonomik uzantıları ile oluşup  bireyden kitleye hiçbir bağlayıcı hüküm getirmeden aynı şeyleri düşünmeyi oluşturacak  kadar psikolojik de bir vakıa dır. Yani bir güçtür. Bu gücü oluşturanların rengi de mavidir.

Ey güzel turizm insanlığı . Siyah mekanik dir. Metaldir. Küldür. Pastır. Ve tüm bu illüzyonun yapının ana öğesidir. Biz bu yapıyı ‘’ bize emanet’’ edilen gibi korumasının bekçisi bireyleriz. Biz mavi sevenleriz. Biz iyi olmayı hak edenleriz. Biz üstüne bastığımız toprağın içinde yaşayan binlerce canlının da bilincindeyiz.

Ey güzel turizm insanlığı. Keşke böyle bir insanlık hüküm sürsede  dört bir yanda. Haitide
açlar olmasa.Dünya yaz aşkları gibi yaşasa.O güzel plajlarda hep balık yesek.Öldürülmese süt bekleyen çocuk.
Ama birilerinin gösterisi ne yazıkki, bize hep böyle  olmak hep karayı aşılamak zorunda.
- Ve  konuşur.Bak senin ülken çok sıcak çok güzel ama ben siyah giydim. Mavi giyimli ev sahibi  bakar. Niye der. Siyah konuşur.-Çünkü benim ülkemin mavi  olması için senin ülkenin tüm insanlarının siyahı sevmesi lazım. Maviyi unutması için.
Yardımlaşmayı dayanışmayı misafirperliği ille de insan sevmeyi hayvan  doğa sevmeyi kardeş gibi yaşamayı unutması lazım.
 Velakin biz Unutmayacağız ..Unutturmayacağız maviyi…

Ertuğrul ÇINAR

Turizmdebusabah.com/2002

16 Kasım 2012 Cuma

Denge

Tükenirse güneş
 ay ışıldar yüzüne
 Yiterse sularımız
yağmur yağar çöllere
Buğday başakları koparsa
pirinç taneleri çıkar balçıkta
 
Yemyeşil dikenlerin altında
kırmadan göremediğin kestane
Ve o  sert acıların içinde
yemeden bilemediğin ceviz
 
Hepimiz ama hepimiz
gizli bir romanın kahramanlarıyız
Kimimiz kestane
kimimiz ceviz
Okunmadan
tatmadan bilinmeyiz…
 
Ertuğrul Çınar

Pazartesi


Ertesi yoklar yok artık
Ertesileri sevesim yok
Kendi gibi olan ben
hep tek olanı sevdim

Sevmezdim zaten
Pazar ertesi
Cuma ertesi

Oysa ne güzel yalın ve tek
Adam
Gün
ay
dost
Kendi gibi tek olmalı

ertesi olmamalı

vurulmamalı
güvercin
vurulmamalı
mumcu
üçok
tatlıses
Bir Pazar ertesi

Şen şakrak
Aykırıda olsa
Duyulmalı her ses
Şu yalan dünyanın
Her salisesinde

Ertesi yok artık
Yoruldum
Yaşanacaksa
Ertelemeden yaşamak
artık tek isteğim…

Ertuğrul Çınar

Gökkuşağı

Otuz yıl önceydi indim leventte öyle bir solgun 
Boğazı ilk geçişimdi öyle yandı böğrüm öyle heyecan 
İstanbul dedikleri neydi neydi bu cendere 

Canlanır ya gözümde trence bir uzun geçmiş 
Ne dar gün ne geniş öyle sorgusuz 
Öyle benle ıslak geçen gizil kalmış yıllar 

Kimdiki bu Aydın garajında bir yeni yetme 
ne İzmir basmane otelleri ne Kuşadası parkları 
yedi senede yedi evde duymadı ki bir şikayet 
Bu yedi tepe duyarmıydı bu cendere 


Öyle kalın ki bu kitap öyle kalın ve yalnız 
Öyle ayrılık dolu öyle anasız babasız 
Öyle suç dolu öyle hasetsiz 
İntihar gözlü mavi adam 
Öyle kolay bilinmez 

İstanbul dedikleri neydi 
İstanbul dedikleri bir gökkuşağı 
Her gün gökkuşağı görülmez… 

Ertuğrul ÇINAR

Fayton da

Bir dölek yoldayız faytoncu umarsız 
bir gam ki gecede öylede mor deniz 
atın yellerinde gümüş 
başında kadıkaçıran 


Gözüm bir yerlerde bir yerlerde kayıp 
diken mi karşımdaki öpen mi dilim kilit 
bir tas su açım 
faytoncu sağır  


Yar diyemem hak diyemem söz ha  
sinekkapan çiçeği gibi emer bitirir beni  
bende elbet ölürüm  
faytoncu duyar 
 
Ertuğrul Çınar

15 Kasım 2012 Perşembe

Ege Türküsü

Aşar sesim dağlar ardı
ben kardeşim duymaz mısın
bir kaş ile gözüm ayrı
sen yüreği görmez misin

Bu deniz ege denizi
benzer sevdiğim gözü
ayırdılar bizden bizi
biz kardeşiz görmez misin

Tut ki ayrı balıklar dık
hasretliği duymaz mısın
bir yan ölsek bir yan kalsak
bu suları sever misin

Bu deniz ege denizi
benzer sevdiğim gözü
söyle şu türkümüzü
biz kardeşiz görmez misin

Ha zeybeği ha sirtakisi
aynı sefa görmez misin
sömürdüler iki devi
aynı cefa görmez misin

Bu deniz ege denizi
benzer sevdiğim gözü
akıtmayın artık kanı
biz kardeşiz görmez misin
 
Ertuğrul Çınar

Öz Türküsü

Sen hak bilmez mülke tapan o gözlerin 
Dikeni var gülün diye karanfiller seversin 
Sırra eren gizemini saklar kendi özünde 
İster demi ister halvet canı canan hep içinde 

Sen aç bilmez fakir sevmez kararmış 
Sevmesi yok ruhunun mahpusunda dünyanın 
Sen tutsaksın paraya biz yandık 
Bin yıl kapatsalar bizi çıkmayız voltaya 

Denizin engininde dağların ulu 
Bir can yeter deriz olmasada kağıdımız 
Dosta sığındık biz bize hep yeter deriz 
İster vurur ister şan ne gelse eyvallah deriz 

Ertuğrul ÇINAR

Sorgu da

- Çok soluksun arkadaş niye? 

-soludum 

-dağ suları içmedinmi? 

-içmedim 

-Dört yanını aşmadınmı? 

-aşmadım 

-Hiçmi tohum saçmadın? 

-hiç 

-Duvarlara bağırmadınmı 

-bağırmadım 

-Eline kalem almadınmı? 

-Almadım 

-Kurdu kuşa vermedinmi? 

-vermedim 

-Sen kimsin? 

-Ben kimim?


Ertuğrul Çınar

MEMLEKET SEVDASI


Memleket sevdasımıdır toprağa bağlanmak
memleket sevdasımıdır bir yana toprağım demek
Ben ne yapayım can bana söyle
sen hemşehrim toprağım dersin
benim tüm ömrüm başka toprak 



Ben bütün severim
Memleket sevdası bütün demek
Ben doğmuşum Uşak ta beş aylık İzmir eşrefpaşa
beş yaşında Tarsus da yedisinde eski adı ayıntapta
gençliğim geçti gazi şehri antepte sonra geldim Bursaya
yirmisinde önce kuşadası sonra aydında arkadan İstanbula
Yirmi altıda...
anlamadım
onyedisinde biliyordum
memleket sevdası demek
ne hemşerim ne toprak
bütünü sevmek demiştim

benim hiç hemşehrim olmadı
beni hiç hemşehrim kollamadı
beni ben diye sevenler
sen hangi topraktansın demedi

garip ya doğdu geldi selanik den
son nefesi verdi boğaziçinden
toprağa gömüldü anıtkabirden
demediki toprağım benim
demeyiz biz yaradan bilen
toprak aynı toprak
dünyayı yalan bilen
biz doğduğumuz toprağı da
öldüğümüz toprağıda
gömüldüğümüz toprağıda
yaradan aşkına aynı seven


Ertuğrul Çınar


Son


S O N

Yürek yırtan sıkıntın 

alıp da götürürse yılgınlık denizine

Susarsa dilinde

o bizim türkülerimiz

Kırılmışsa sevdanın bir yanı

ne direncinin zaferi

ne yaşamın değeri

kalmamışsa yüreğinde

bir ufak güvercin 

Ve o yalnız denizinin ortasında

artık yitmişse gençliğin

De ki;-Çek beni balıkçı, bugün ölmek güzel...

 


Ertuğrul Çınar

Adı mavi soyadı mavi

Meydanlar dar gelir bana 

ben denizler isterim 

Sıkıştırır bastığım yeni pembe taşlar  

Tekleyerek giden kalbimi 

Ben dedeme gittiğim yolun 

 Özgür anadolu taşlarını isterim

 Ben meltem rüzgarları isterim  

kadı kaçıran rüzgarı da ne

 Karışanı olmayan yelkenlim de  

tepeme eden değil 

balığıma paydaş sırrıma yoldaş  

can martılar isterim 

Buraları zor gelir bana 

 yatması kalkması 

oynaması oturması  

zor gelir  zordur 

dostu  adam gibi 

adam olanı  ayırması 

Buraları zor gelir bana 

 ben engin maviler isterim 

Üstünde kir ile kin  

kibir ile haset kalmayan

 öyle maviler isterim… adı mavi soyadı mavi

 


Ertuğrul Çınar

Acı


Acı dediğin nedir dostum
ne vücudunun dibinde bir ağrı
nede oluk gibi akan kan

Acı dediğin dostum
bazı gün hep yaşadığın
yada aklına hiç gelmeyen
bazı gün unuttuğun
öyle garip bir şey..


 


Ertuğrul Çınar

Conkbayırından esintiler..

29.04.2004 / 12:12:14


Yirmi beş nisan günübirlik, Tic.San.Odası İlk Öğr.Okulu öğrenci ve velileri ile 3 otobüs Çanakkale ye gittik.Buradan okul yetkilisi Durdu bey ile tur sorumlusu Erhan bey e teşekkürlerimi sunuyorum.

Gerek Troia gerek Gelibolu yu gezerken bir kez daha ülkemin dermansız hastalıklarını kültürel geri kalmışlığını izlemek zorunda kaldım.(Çocuklar hatırına)
Önemli bir tarihi merkez Troia şehrini ve truva atını gezdikten sonra Feribot ile Gelibolu yarımadasına geçtik.1970 Yapımı pislik yuvası tek tuvaletli feribotlar ile karşıya geçerken bizim çocuklar Koreli turistlere el sallıyor onlarda bu sevgi seline karşılık veriyordu. Kimbilir adadan adaya karayolu tren yolu yapan Koreliler Japonlar ne düşünüyordu bu feribotun içinde .

Dışarıda tertemiz bir mavi , bir tarih, bir doğa ve çocuklar .

Dahası var mıydı..!!

Eceabat a vardıktan sonra Seyit Onbaşı anıtına geldik.Yollar dar .Otobüsler dolu.Tarihin en kanlı savaşlarının olduğu ,kahramanlarımızın yarımada mabedinde Ertuğrul Koyunu Seddülbahir i İngiliz anıtını görüp öğlen yemeği molası verdik.

Yüzlerce otobüs, yüzlerce insan mangal başında gözlemecinin ,köftecinin peşindeydik. Kimimiz alışverişteydik. Yerler çöpten pislikten geçilmiyordu.Toz toprak içindeydi köyün içi. Mezar yeri belli olmayan nice kahramanın kanları üstüne örtülü toprağın üstünde çöp poşetleri ,yerlere atılmış ayran bardakları, plastik kaplar ve ülkemiz insanın en fazla yere attığı şey sigara paketleri ve izmaritleri doluydu.Bir keşmekeş bir başıbozukluk içinde önemli bir köy evi müzesi S.Mutlu dedenin evini kimse göremiyordu.

İnsanlar nereye geldiklerinin bilincinde olmadan piknik yapıyordu. Şehitler abidesine geldik.İki bayan bağırarak konuşuyordu. Yerlerdeki pislik ve çöpü göstererek bu çocuklar bu yerdekileri görerek onlarda atmayı öğreniyor diye yüksek sesle konuşuyordu. Bense içimden, köpek milletine pisliğini eşeleyip, toprağı tek bacağı ile kazıp, öbür bacağı ile pisliğini örtmesini köpek milletimi öğretti diye düşünüyordum.Köpek bile pisliğini toprak üstünde tutmaz iken !!

Sargıyeri anıtını geçip Kabatepe tanıtım merkezi ve saygı anıtında karşılaştık Anzaklar ile. İlk onbir yaşındaki çocuk kalabalığımız koşturdu Anzakların üstüne .Anzaklı genç bende dedelerim gibi olmayayım der gibi bakan telaşlı gözleriyle bizim çocukların yanından on dakika sonra uzaklaşmak zorunda kaldı.Orada ortama bakan bir çift göz ,bizim çocukların hırçın sevgisi ile karıştı.Nede olsa o gözler bizim çocuklara Korelilerin baktığı sevecenlikte değildi. Sonra başka bir açıdan şöyle bir düşündüm. Bizim dedelerimiz Yemenlerde ,Balkanlarda kimsesiz yatıyordu..Anzakları görünce utandım.

57.Alay şehitliğinden sonra, Conk bayırına gelip M.Kemalin düşmanı gözetlediği yerde kuşbakışı Ege denizini seyreder iken ,siperlerin yanından kalabalıktan geçemedik. Bir köşede yaşlı bir gurup ve başlarında birisi o guruba rehberlik ediyor bir bulutun içinde kaybolan ikiyüzelli İngiliz komandosunun akıbetinin hala bulunamadığını anlatıyordu.

Bir diğer köşede ,daha genç bir gurup siperler içinde şakalaşıyor, laubali hareketler içinde sonradan düzenlenmiş siperlerin tel kısımlarını yıpratıyordu.
Ulusu uğruna vatanı uğruna onyedilerinde ondokuzlarında ölen binlerce gencin oluk gibi kanının aktığı topraklar üzerinde yıllar sonra kendi yaşıtları çöp ve pislik üretiyor ve kız tavlama sanatını konuşuyordu.Boş laf tüketiyordu.Oluk gibi kan diyorum kayıtlarda 25 Nisan 1915 de Uçağı ile sabah saat 9.30 da İngiliz pilot Samson denizde 50 metre genişliğinde kan aktığını söylemiş.

Bizi biz yapan değerlerden uzaklaştıran ozamanın düşman yabancıları şafak vakitleri ayinler düzenliyor ,pırıl pırıl şehitliklerinde toplanıyor iken ve o zaman ulaşamadıkları İstanbul’a şimdi çok çok çok ucuza gelip dedelerini anıyorlardı. Bizim şehitliklerde ise bir tek yabancı göremedim.

M.Kemal düşüncesini ölümünün ertesi yıl uygulamadan kaldıran bazı silah arkadaşları ve başka nedenler bugünleri hazırladılar.

Yoksa İstanbul elinde olan tüm dünyaya hükmeder diyen, Napolyon boşmu konuşmuş.

Ya da bu denli tarih ,kültür ve stratejik doğal güzellik (Bu tanımı özellikle yaptım. Dünyada iki kıtayı birbirine bağlayan ve iki boğaz ve bir yarım ada şeklinde üç deniz cephesine sahip olan başka bir ülke ve görüntü varmıdır?)Sadece bu stratejik doğal yapı dahi başka bir ülkede turizm çekim alanıdır. Ve maksatlı ve projeli bir şekilde yıllar boyunca gelişimimiz tekrar eski gücümüze kavuşuruz endişesi ile içimizdeki düşman öğelerin katkısıyla engellendi.

M.Kemal düşüncesi düşmanının anasına söylediği şu sözlerde gizlidir….Bu memlekette kanlarını döken kahramanlar !Burada bir dost vatanın toprağındasınız, huzur içinde uyuyunuz.Sizler Mehmetçiklerle yan yana koyun koyunasınız.Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar,gözyaşlarınızı siliniz.Evlatlarınız bizim bağrımızdadır.Huzur içindedirler ; onlar bu topraklarda canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.

M.Kemal den sonra kendi toprakları üzerindeki boğazlarda bile tam hakimiyet kuramadı. GAP denildi Hop hemen bir güneydoğu krizi çıkartıldı..Kırk milyar dolarlık yatırımın enerji kısmının %80 i bitti.Sulama kısmının sadece %14 ü bitti.Ülkeye ivmeyi gelişimi kazandırıp havayı doğayı değiştirecek turizmi geliştirecek en önemli unsur sulama kısmı engellendi.Bu gidişle projenin 2020 den önce bitmesi zor.

Ve bana conk bayırında M.Kemal sözcükler uçuruyordu beynime .

Öyle bir ülkedeyiz ki, ulus bilincini, ülke sevgisini , bize kimliğimizi kazandıran değerlerimizi kıyafetler arasına kıvılcım sokarak ,etnik yapımız üzerine ateş atarak , globalleşme maskesi altında sadece tüketim toplumu yaratarak,kendi özgün sevgi ile kulluk düşüncemiz arasına öcü, ceza, korku ile inanç sokarak parçalanmak isteniyoruz.

Conk bayırından inerken,eşim ne garip sanki tüm bu şehitler bizim geldiğimizi hissetiler.Çocuktular hani bayram yeri gibi sevindiklerini hissediyorum dedi. Sanki onların o sevinci benim yüreğime huzur verdi dedi, gözleri yaşlı bir şekilde..

Diyemedim ona ; M.Kemalin endişesi ise benim ruhumu gerdi.

Ne onun gibi güveniyorum gençliğe .. Nede çöplerini saymaktan yorulduğum bilinçaltı dahi değiştirilen ülkem insanına.

Üzerinde yaşadığımız toprağın bilincine vardığımız an kendi gücümüzün farkına varacağız.

Bu güç dönüş yolunda yaşandı. En az elli otobüs araba feribot sırası. Saat on dokuz.Bir keskin manevra. Erhan bey sağ olsun.Geri dönüp Gelibolu ya gidip Lapseki ye geçtik.Feribot da tuvalet kuyruğu tüm çocuklar sırada. Keskin bir koku. Ben tuvalet kapısında tuvaletin kolu kırıldı. Tamir ettim. O sıra Bayanlar tuvaletinden kız çocuklarını veliler getirdi.Ertuğrul Bey öbür tuvalet tıkanmış .Çok pis. Mümkünse şu kızcağızlarda bu tuvalete girsin. Hay hay dedik erkekler bekledi. Yirmi dakikalık feribot seferinde en az yüz kişi aynı tuvalete girdi. Heyhat ki hey hat.

Biz çocukken uzay yolu 1999 dizileri vardı televizyonlarda. Uzayda yolculuk gelişim . Ne zaman 1999 da canım. Bizde heyecan ile seyrederdik .Yıl 2004 .Ülkemin en önemli tarih ve kültür merkezlerinden birine Anadolu tarafından geçmek için bindiğim feribotun hali. Gene de gülüyordu Japonlar Koreliler. El sallıyordular bize. Tuvalet kuyruğundaki gibi elele verin, güçlü olun der gibi bakıyorlardı aynı düşman onlarında dedelerini yakmıştı bir zaman atom ile nötron ile nede olsa..

Anadolu toprağına geçtik yola devam ediyoruz. Bir acı fren sesi çınladı karanlıkta.Otobüs bir motosikletliye vuracak an be an üç adım fren bir adım fren son anda kurtardı.Ülkem motosikleti kapkara bir siluet .Lambası yok.Bana bir şey olmaz diyor .Az kaldı. Aydınlık bilmiyor ki, karanlıkta belki yarın ölecek..

Çanakkale gezilmiş dönülüyor çocuklar şarkılar pop. Türkü bilmiyorlar.Onbir yaşındaki çocuklar o melodi çalan cep telefonlarını mikrofona getirip garip bir elektro ses ile gariplikler yapıyor iken uyardık. Havada iyice karardı ,uyudu çocuklar. Zaten uyutulmuşlardı..Uyutulmaya devam edilmekteydiler.

Şu toprakların zenginliğinin haddinin hesabının kitabının olmadığını anlayana dek uyutulacaklar. Ne vakit uyanacaklar bu çocuklar.Ne turizm ne başka şey…. Bu toprakları idare edenlerin yaşayanların,dünyanın en gelişmiş ülkesinde yaşayan insanlar olması gerektiğini görecekler işte o zaman gerçek düşman ile gerçek savaşları algılayabilecekler…İşte o zaman üstüne bastıkları toprağın anlamını kavrayıp her şeye sahip çıkacaklar. 


Okuyucu Yorumları
berkay akarsu05.05.2004 / 12:08:00
Sayın Çınar Ç.kale 18 Mart Ünv T.İ.O.Y okulu Turizm Topluluğu olarak eleştirilerinizi ilgiyle okuduk.Çünkü sizlerden gelen eleştiriler Ç.kale turizmini olumlu etkileyecektir. Bu konuda bizim görüşlerimizi de okumak isterseniz :

http://groups.yahoo.com/group/cotuk/message/3 
Emel Sedef, rehber02.05.2004 / 11:13:00
Merhabalar Ertugrul Bey,
Yazinizi buyuk bir zevkle okudum, hem bizim icin cok onemli bir yer olmasi hem de gelecegimiz cocuklarimiz ile ilgili oldugundan. Yazinizdan bir bilgi alamadim, bu denli onemli kalabalik(25 Nisan) bir yere bir rehber ile mi gittiniz, yoksa sizin grubunuzda bizim hep zorlandigimiz piknik-gezi ortami olarak mi kullandi bu kutsal topraklari. Saygilarimla,

Turizmin Özü

05.01.2004 / 15:56:37

Şehirler ve kasabalar da tıpkı insanlar gibi zamanla değişkenliğe uğrar.Ama önemli olan, özünü ve benliğini kaybetmemektir. Tıpkı insanlar gibi. Hani bazılarımız büyük sevdalar yaşar.Sevdiğinin şekli şemali çevreye yansır. Sevdiğinin görüntüsü dağda ,denizde yada ağacın zeytinin inde çiçeğinde şekil bulur.Büyük sevdalarını küçük kasabalarda yaşarken,o küçük kasabalar büyük sevdalarının ılıman havası ile şenlenir. İyot kokusu ile coşar.Gecede denize vuran ayın ışıkları ile hazları artar.

Tıpkı gezginlerin ,yada tatile gelenlerin yaz aşkı dedikleri türden yakınlaşmalar ile artar.Ama asla tek gecelik aşklar türünden değildir.Ömür boyu sürecek türden .Çünkü kişinin ilk aşkı bulduğu mekana aşkı da başka olur.

Zaman ihanetini arttırdıkça büyük sevdalıların küçük kasabaları da değişir.Yıllar sonra çok değil üç beş yıl sonra dönüp de geldiği küçük kasabalar kocaman kocaman olmuştur.Sevdalarını büyük yapan kasabanın yolları ,meydanları olmayan apartmanları olmuştur.Tarihi kale duvarları bir vakit olmayan barların çöplüğü olmuştur.İyot kokusunu duymak için denizin kıyısına yürümeye gerek duymadığı kasabanın kıyısının yanına dikilen kocaman apartmanlar ne hava bırakmıştır geride nede iyot.Varsa yoksa odun kömürü ,birde isot. Sonra da sırasıyla barut.

O küçük kasabaların büyük insanlarının yürekleri ,özleri, benlikleri değişmeye başlamıştır. Bir zaman gıpta ile baktıkları büyük sevdalara karşı yüreklerinin bir köşesini yeşil kağıtlara mahkum etmişlerdir.Topraklarını satarken benlik ve özlerini de satmaya başlamışlardır. Üretkenlikleri sekiz ay tüketime yönelmiş ,toplum mühendisliği tarafından irdenelenecek ölçütlerde kendini beğenmişlikleri hayret ölçütlerinde artmıştır. Birden ‘para’ ile her şeyi yapabileceklerini sanmışlardır. Yazları geceleri uyumadan, kışları da uykudan kalkmadan geçirmeye başlayıp en fazla video cd film satılan merkezlerden olmuşlardır.

Her dem verdikleri ödünlerin artması sonucu bağ ,bahçe ,tarla talan olmuş aralarındaki kasabalı birlikteliği yerini kozmopolit bir yapıya dönüştürmüş hatta daha da aşırıya giderek küçük birlikteliklerin birbirini hasetlenmesi gibi bir durum oluşmuştur.Bu küçük kasabaların eskilerinin eserini doyasıya yaşayıp çeken yeni nesil, eski fotoğraflara baktıkça – uff amma da gelişmişiz bee helal olsun bizim pedere demiştir. Şu eski taş duvar hanı mekanı iyi ki müteahite vermiş demiştir.Kiralar artıyor her yıl demiştir.

O taş duvar hanlarda daha şimdiki turizmin olmadığı yıllarda büyük sevdalar yaşayan İrlandalı kız ,yıllar sonra gelip gördüğü taş duvar hanın yerindeki beş katlı apartmana bakıp ohh my Got derken yoldan geçen üç beş yeni göçmen gel kardaş bak aha bunlar bedava gel derken İrlandalı kızın gözyaşlarını sattıkları sahte ipek polyester mendil ile silmişlerdir.

Küçük kasaba büyük büyük yollara binalara kavuşurken ,zeytin ağaçlarının yerini toplu konut alanları alırken tüm yapılan binalara yerleşen insanlar göçmen gelen insanlar olurken artan bina sayısının küçük kasabalardaki ticareti ve turizmi artıracağı sanılırken en fazla borç davaları ile yüz yüze kalınmış bir merkez olunmuştur.Turizm ve sevdaların küçük kasabası neredeyse bir yerden bir yere araçsız gidilemeyen bir kent olmuştur.Benzin ve mazot kokuları iyot kokularını yenmeye başlamıştır.

Bir işin geliştirilmesinin bedelini o işin toprağı çekerse o toprak zamanla pörsür yok olur. Ne kadar daha fazla baskı yapsanız da aynı ürünü verir. O topraktan sağlıklı ve özüne uygun ürün almanın yolu toprağa ağır bir bedel ödetmek olmamalıdır.Toprak eskidikçe zamanla üstündekini de eskitir. Ve bu şartlara uygun bir şekilde çok katlı binalara taşınan küçük kasabanın küçük insanlarının tüm sosyal ilişkileri küçülmüş, misafirperverlik ölçütleri değişmiş yıllarca tek katlı bahçeli evde yaşamaya alışmış insanlarda sağlık problemleri baş göstermiştir.

Bu toprağın öcüdür.Düzensiz yapılaşma sonucu biraz fazla yağmur yağdıkça sel felaketleri yaşanmıştır.Ve toprak daha alacağını bitirmemiştir.

Bu yıl elli milyon turisti ağırlayan İspanyada ne boğanın sesi kesilmiştir. Ne de daracık sokaklar genişletilip eski taş evler yıkılıp küçük kasabaların büyük adamları rüşvet almışlardır. Gelişmişlik için ne toprak yok edilmiş nede sevdalara set çekilmiştir.Sevdasına sahip çıkan insanlar bir yıl sonra geldiği mekanı gene aynı yerinde bulup aynı garson ile sohbet edebilmektedir.

Eleştirilse de binlerce kişi koştururken azgın boğalar kırmızılara saldırmak için koştururken ,bizim toprağımızda şemsiyeciler parasını vermedi diye yerli turistin peşinden koşturmaktadır. Özünü kaybetmek filmi her sezon yenilenmektedir.…

Büyük sevdaların küçük kasabalardan göçmüş kahramanları zaman geçtikçe çocuklarına anlatır: Bak kızım; Biz annen ile bu sokak çeşmesinin köşesinde buluştuk .Onun yanındaki taştan duvar en az iki yüz yıllık bir duvardı.

Biz o duvarın köşesinde kına gecesi yaptık. Senin dedenin babası ustaymış kızım. Bak çok eskilerde bu camiyi yapmış bu caminin yanında bir eski yazılı bir taş vardı. -Baba şimdi bunlar nerde..?- Kızım yıktılar…!!Hiç unutmam kızım bu köşede bir bakkal vardı. Yabancı turistlerden biri istediği cins bir şarap almak için bakkala uğradı onda yok. 200 m ötede başka bir bakkal var ona kadar çırağını eşlik etti tembih etti turisti diğer bakkala gönderdi..

Daha ne anlatayım kızım . Kurban bayramında adettendir.Damat gelin evine her tarafı süslü kurban gönderir.Ben bu koyunu gönderirken en az elli turist fotoğraf çekip konuyu anlayıp beni tebrik etmişti. Şimdi ortada kan..ve çöp…

Kendini ve özünü bilmek ile başlayan bir turizm oluşumu başarısız olamaz. Çok şeylerini satan insanlar sandılar ki,yol sayısı arttıkça gelen çoğalır. Bina sayısı arttıkça kalan çoğalır.Araba sayısı artıkça binen çoğalır. Mekan ve mal sayısı arttıkça alan satan çoğalır. Oysa çoğalan toprağın altında kalan üretimsiz kanalizasyon kirliliği oldu.Sevdalar dumanların ve çelişkilerin arasında gözükmez oldu. Amerikalı bile, ben Amerikan İngilizce’si konuşuyorum benim dilim farklı ve özgün derken küçük kasabanın yabancı dilden neon ışıkları garip isimlerle doldu.Bir gecelik ilişkiler çoğaldı. Lazer ışıkları gibi bir gelip pir giden turist olduğu belirsiz kuzeydoğu ülkesi misafirleri oluştu.

Dansımıza ,özümüze töremize ,yardımlaşmamıza inancımıza şeklimize ve tümden aşkımıza vurgun yabancı misafirler yıllar önce yediği otlu gözlemenin ,lokmanın tadını bağlama ile çaldığımız oyun havaları ile efenin türküsünün eşliğinde sevdalandığı gecenin hatırına yıllar sonra bir kez daha geldiği küçük kasabada bunları bulamadı. Sadece bunları bulamayan o küçük kasabadan yıllar önce uzaklaşan büyük sevdalar da geçmişini bulamadı. Kızına anlatacakları boğazında düğümlendi.Bak kızım senin dedeni belediye başkanı otuz yıl önce niye yapmadılar biliyor musun. Çünkü deden çiçek ekerdi dört bir yana.!! Deden çiçekleri çok severdi.Küçük kasabadaki en güzel bahçeli ev onun seçilmişti.

İnanmazsın on metre boyunda geceleri çiçek açan kaktüs bile vardı bahçesinde.Bahçenin yanından geçen nice turist sıraya girerdi fotoğrafını çekmek için.Düşünebiliyor musun çiçeklerin merkezinden gelen turistler sıraya girerdi..Şimdi turistler fotoğraf çekecek konu bulamıyorlar.Sağ sol pişir ye mangal.. Deden toprakları çiçek ile çoğaltırdı. Et ile değil.. Ve seçmediler onu.. Ben o vakit onun kahvehanelerde propaganda konuşma metinlerini yazıyordum. Üç beş yaşlı amca dinliyordu.Üç beş genç slogan atıyordu.

Duyduk ki aday olduğu parti ilçe başkanı ve meclis üyeleri başkanlık için bağımsız aday ile anlaşmış.Yani bu Dürüst çiçek adam bize meclis üyeleri için oy getirir ama bizde başkanlık için sana oy verelim.. Bu küçük kasabadaki insanlar dedenin dürüstlüğünü bildikleri için ,yeşil kağıtları ve kendi çıkarlarını seçtiler. Yani çiçek bahçelerini değil beton kalıpları seçtiler. Ve bu kumpasa alet oldular.Küçük bir kasabada o yıllarda seçim ramazan temaşası gibiydi. Dedenin adı Ramazan.Sloganımız Sözümüz söz Ramazan Öz. İdi ..

Öyle bağırırdık sokaklarda.Bizim sözümüz söz dür ama aması vardı.Kendi adayını bile satan bir parti başkanı ve bld. Meclis üye adayları ve ahali..

Sonra ne oldu mu kızım. Deden küstü. O geceleri çiçekler açan on metrelik kaktüs bile küstü. Çünkü dört bir yanı apartman olunca hava alamadı bahçe. Deden sıkıştı. Deden nefes alamadı. O nefes alamadıkça çiçekler okjisen dağıtamadı.Ama deden Gene de özünü kaybetmedi.Dört bir yanında dikilen apartmanlara inat direndi.Direndi çiçekleri için. Direndi küçük kasabası için . Direndi.. Direndi.. Bahçeli evini vermedi.Tüm yedi ceddi sülalesi hadi yeter sen vermeden biz veremeyiz dediler .

Verdiklerinin ne olduğunu bilmeden. Verdi ,verdi ve sonunda kanser oldu..Kanseri bile yendi senin deden ,ama yorgun kalbine yenildi..Şimdi melekler ile birlikte.. Çiçekler ile cennet de..

O küçük kasabalarda çoğalan her şeye karşın gittikçe azalan bu insanların, zamanında ektiği tohumların hatırına yaşıyor turizm. Ama biz özümüzden uzaklaşırsak; yol,bina,araba,mal ve mekan ile çoğalan bize dahi yabancı gelen o büyük kasabaların yalan gecelerinin sabahına vuran çöküşlerini izlemek olacak turizm.

Ertuğrul ÇINAR

Geçen hafta kaybettiğimiz ,Babamız herşeyimiz ‘’ Ramazan Öz’’ ün anısına ithaf olunmuştur.


Okuyucu Yorumları
feyzi açıkalın07.01.2004 / 12:08:00
Yazınıza verilen yanıttan Kuşadasını anlattığınız anlaşılıyor. Olsun, ben onu Alanya niyetine okudum. Elinize sağlık ama "Aman tanrım"ı İngi-almanca olarak yazmışsınız. İyi ki bilgisayarda noktalama işaretleri kullanılmıyor...
selen bayar06.01.2004 / 19:00:00
dediğin gibi o ev dedemle bütünleşmişti hatta kuzenlerle biraraya geldiğimizde konuşurduk küçükler yaşayamadılar tam anlamıyla çocukluklarını. biz o evde nekadar mutluyduk. dedemde sessiz dinlerdi yorumlarımızı... onu çok özledim dedem benim güç sembolumdü. yarım kaldım sanki allah hepimize güç versin. artık kuşadası eski kuşadası olmayacak çünkü dedemiz yok. bir şekilde eksik kalıcaz hep....

Yüreğin Turizmi

14.12.2003 / 09:55:32


Yüreği turizmci olmak ille de turizm sektöründe çalışmaya devam etmek midir? Keşke edilebilseydi. Ancak yüreğin turizmi farklıdır.O öyle bir yürektir ki,başka mecralarda uçsa da gönül bağı özlediği turizm oluşumuyla kilitlidir. Yüreğin turizminde hizmet aşkıyla süregelmeyen kişinin, bu sektör içerisinde başarılı olması mümkün değildir.
Yüreğin turizminde tıpkı sanatçının tek özlemi gibi “alkış” olmalıdır.

Bu alkış gösteri bitimi el çırpmak gibi değil ,daha farklı memnuniyet ifade eden farklı mesaj ve vücut dilleriyle yapılır. Yüreğin turizmindeki baş aktörün yeşil kağıtlardan önceki hedefi müşterisini ,misafirini memnun edebilmek ve kendi sunumundan kendi memnun olmayı bilebilmesidir.Gazi nin dediğini daha da geniş alana yayarsak bu bir sanattır ve herkesin turizmci olamayacağı aşikardır.. Bu işin yürek işi olduğunu kabul edersek yolun başında çok mesafe kat ettiğimizi düşünüyorum.

Gene anılarım çıktı yüzüstüne. Seksen sekizlerde Harp akademileri misafirhanesinde yaklaşık dört yüz-beş yüz kişilik restoranını idare ederken sivillere de hizmet ettiğimiz için servis ve hizmetin daha farklı format da olması için kısa süreli askerliğimde çok mücadele etmiştim. Self servis masasının önüne yirmi metrelik bir kırmızı halı serdirmek için bir ay uğraşmıştım.Mönü de haftanın bir günü ızgara balık çıkartmak için,o dönemlerde İstanbul da dahi az bilinen nar ekşili bir antep usulü ezme salata çıkartmak için yoğun uğraşlar yapmıştım. Sonunda başarılı olup teşekkür alarak uğurlanırken yüreğin turizminin her kurum ve her konumda karşı çıkılıp engellenilse dahi oluşması gerektiğine o yıllarda daha da çok inanmıştım. Sırf bu yüzden bu zamana kadar gelen tüm idari yönetimlerin içinde ,bu sektöre yön verecek kişilerin bu işin yüreğini taşıması gerektiğini ısrarla savunmuştum , ve halada savunuyorum.
İnanın bana dünyadaki en zor ve dayanılması zor duygulardan biri yüreğinizi koyarak yaptığınız bir işte, bir övgü dahi alamama sıkıntısıdır. Bu sıkıntının izlerini yürek ile işini yapan bir çok kişi çekmiştir. Bu kişi dediğim gerçek insanlar yaşamın tüm kuralının yeşil kağıtlar olduğu dünyada ,kağıtlardan yana değil, bir gülücük ve arkasından gelen övgüye daha çok değer verenlerdir.
İş yürek ile yapılmalı ve karşılığı yüreğin sesine karşılık verecek bir eko olmalıdır.Tümden laf-i ideolojik ve sosyolojik her türlü olgu ve düşünceyi bir köşede tutup, yüreği diğer köşede tutarak bir değerlendirme yaptığınızda, her zorluğun altından kalkan tüm fikirlerin yürek ile çoğaldığını belki görür belki hissedersiniz.
İşini yürek ile yapanlarda ne korku, ne kibir, ne gıybet ne de akla gelen yanlış tüm sosyolojik terimler olmayacağı için bireysellikle başlayan bu sosyal yaklaşımda pozitif tüm iş değerleri oluşur. Bu oluşum öyle gelişir ki,örneğin bir dönem daha interneti bilgisayarı görmemiş tanımamışken örneğin 1998 yıllarında kurumunu internete sokup kendi web alanını oluşturup kendi sitesini kendi yapabilecek güce eriştirir.Yıl 2003 olduğunda kurumunda ‘amatör’ ce yapılmış bir web sitesi olarak anılsa bile hiçbir bilgisayar bilgisi olmadan yapılmış bir aktivitenin yürek payını göz ardı etmek gibi bir örnekte olduğu gibi yeni oluşacak açılımların gerçekten yeni olarak oluşmasını engeller.
İşinde ilk yenilikleri, ilkleri başaran kişiler kurumunda ve çalıştığı mekanda sessiz görünmez hatta kimi zaman hep geri planda gözüken bilgelerdir. İş yaşamın fikridir. Fikri geliştiren beyinler gözükmez. Nasıl ki turizm geliştirme düşünceleri kırmızı halı gibi kolay görünen zor aşamalardır..Siz işinizi sayıca kişiyle bedenle pazarlayabilirsiniz.Gücünüz yettiğince bu tür insanlar ile pazarlayıp başarılıda olursunuz. Ama siz yeni bir fikir geliştiremez iseniz gücünüz de olsa bin tane pazarlayacak pazarlamacınızda olsa yok olmaya mahkumsunuz .Sizin yeni dediğiniz done, yeni ürettiğiniz done her şeyden bağımsız oldukça yenidir.Bazıları oradan buradan aldıkları şeyleri veya fikirleri karıştırarak yeni bir şey ürettiklerini sanıyorlar.Oysaki karışım yeni değil oluşum yenidir.
Örneğin,bir web sayfası başlığından itibaren özgündür.Buna kanun bile budur derken ,bir fikri veya bir materyali üçünü beşini karıştırıp oluşturmak yeni değildir.
Yaşamda her bir işin eleştirisi vardır. Hatta bir adam durduk yerde yahu niye öldü bile denilip eleştirilecek kadar seçenekler vardır. Ancak iş denilen olgunun eleştirisi kişilere uzanırsa o eleştiri olmaz suçlama ve itham olur.Niye? Bir yıl sürecinde hizmet sektöründe yılın tüm günü yüz gülüp servis 100 olamayabilir. Ortalamayı yılın pazartesi günleri 50 ye düşen not ile alırsanız sanırsınız ki bu personel bana yaramaz.Veya yapılan iş sıfır.Bu yaklaşımların patron –amir,Yönetici-memur ,Usta-işçi tüm katmanlarda görürsünüz. Burada tasavvufi yaklaşıp ceviz örneği vereceğim. İnsan görmek istediğini görür misali gibi eğer sen cevizin kabuklu sert kısmını görmek istiyorsan cevizi atarsın . Ve hatta Kabuğu kırıp yeşil cepheyi de sıyırıp bir zara gelip ceviz bu dersen tadın gene acıdır ceviz budur deyip ya iş arkadaşlarım bana methini ettiğiniz ceviz bumu? Veya ya bilinçaltım ben bu adamı çok mu gözümde büyüttüm bumu ceviz tatlı; yok canım bu acıymış dersiniz.
Yaşamda eleştiri özellikle iş yaşamında ağır eleştiri körlerin işidir. Çünkü onlar doyumsuzdur. Onlar sorgu ve eleştiri sağlamasında yüreklerini değil daha geniş çoğul kargaşanın fikrine başvurmaktadırlar.
Gerek turizm gerek diğer sektörsel yaklaşımlarda en tepedeki, kurum başı şu soruyu kendine her ay başı sormalıdır. Bu ay benim iş yerimi kimler ile idame ettiriyorum. ?Bu kişilerin benim geleceğimdeki payları nedir? Ve bu kişiler benim geleceğimde bana ne yarar sağlayabilir?
Bu sorular zor sorulardır. Milyon dolarlar kazanan insanlar bile bu soruların yanıtını verirken yeşil kağıtları öne çıkartıp ,o yeşil kağıtları olmayan tipler gibi şöyle demişlerdir.-ölene dek yeter param var. Hey hat ölene dek yeter param var diyen bir teşebbüs ve ideal sahibi adam tanımıyorum. Hepimizin ölene yeter dek parası var. Siz ölümden ötesi para ile işi olan şahıslara sözüm yok.Onların zaten işini yapan yürek adamları ile işi yok.
Bir işi yüreği ile yapan adamların rızkı kesilmez. Ve bu adamların çoğu hizmet sektöründe sıfırdan bir yere gelip bir işletme sahibi olup şimdilerde patron kibir’i içinde personel veya memur veya işçi yaratıcılığını görmezden geliyor olabilirler.
Ancak zor günlerin adamları işini yüreği ile yapıp işyerini terk etmeyen adamlardır. Ve turizmcilik böyle adamların işi olmadıkça hizmet kalitesi denilen kavramı bu sektöre yapıştıramazsınız. Her sektör için geçerli olan bu mantalite, turizm denilen sektörler üstü felsefenin ana olgusudur.Baş aktörü insan olan bir iş yürek ile yapılır..Yürek ile yapılan bir işin özü de cevizin özünde gizlidir.

Ertuğrul ÇINAR


Okuyucu Yorumları

Arzu Aktaş17.12.2003 / 12:07:00
Turizm ve hizmet kavramını çok güzel açıklamışsınız. Sayın Ertuğrul Çınar Beye teşekkür ederim.
Kıvanç Esendemir15.12.2003 / 08:32:00
Bunca kavram kargaşasının yaşandığı günümüzde "hizmet" kavramı ve turizmin tamamen yürekten gelerek yapılan bir hizmet olması gerekliliği daha güzel anlatılamazdı. Hepimiz, yaptığımız işi nasıl daha iyi ve severek, yüreğimle yaparım diye düşünürsek cevizin özünün özüne ulaşacağımıza şüphe yok. Sayın Ertuğrul Çınar'ı yazısından ötürü tebrik ediyorum.