Tek&Ben
Nisan 93
Bende Herakleitos gibi baslayacağım. Ama öyle
bitirmeyeceğim.
"Beni değil de
söylemi dinleyenlerin her şeyin tek ve bir olduğunu kabul etmeleri
bilgeliktir."
Tıpkı onun oluşçu yapısıyla Parmenides'in varlıkçı
yapısını uzlaştıran Platon gibi her şeyi birbiriyle uzlaştırıp her şeyi
birbirinden ayrışmayan tek'e yönelteceğim.
İnsanın bilge olabilmesi, sahte bilgilere kapılmamasına
bağlıdır. Yüreğinin o giz noktasını görebilmesi, kendini bilmesi, sorgulaması
insan olmanın temel şartıdır.
Yola çıktım. Bu yolda her
badirede, her mutluluk da tek
başıma olduğumu hissettiren hep oydu. İlk hükmü hep kendinle oldu.
Böylelikle
görebileceklerimi, çevremi net görebilmem ve yaşamın kapılarında ne tarafa
sapacağımı kendimin tayin hakkı doğuyordu.
Bu tayin hakkında yüreğin o giz
noktasındaki sezgilerle akıl kardeş oluyordu. Tek başına akıl, tek başına sezgi
hiçbir şey idi. Sezgiler bilgiyle yüklendikten sonra çok ötelere gidiyorlardı.
Tanımsız duyumlardı oluşan. Hüküm yoktu Seçenekler üst
üste biniyor, iyi yada kötünün onun tarafından sunumunu görebiliyordum.
İşte
DİN bu seçeneklerin sunumundaki görmemize az çok izin verilen buyruklardan
başka bir şey değildi.
Göremediklerimiz yüreğin o giz noktasında çabamızla
oluşacak, daha sonra aydınlığa çıkacaktı.
Daha önce homo Sapiens'ler yokken ilkel Neanderthal
insanlarının da ölülerini gömdüklerini
öğrendiğimde, bunun bir anlam ifade etmesi gerektiğini düşündüm.
Benim anlayışıma göre yaratanla yaratılan arasında bir anlaşma yapılmıştı. Bu anlaşmanın özü İYİ
kavramıydı.
Bu özü her birey içinde hissetmeliydi.
Kendi yaşamı içinde birey yaptıklarıyla tektir. Onun
diğerine karşı bir üstünlüğü olamaz.
Yaratılışı oluşu sağlayan, yaratanı bilme kendini bilme
ile başlamalıdır. Bu kendini bilme bedenini bilme değildir.
Yok olacak bir
beden değildir mesele. Bu kendini bilme Allah'ı bilmedir. Ötede bir güç
değildir.Ben bir zamanlar, kendimi beden olarak görüyordum. Gözümün
gördüğü, algıladığı ölçüt de düşünüyordum. Kendi algı sınırımın içini var,
dışını yok sayıyordum.
Oysa varlık tek tümel bir yapıdaydı. Varlık atom boyutunda
tümel tekil bir yapıya dönüyordu. Sözcüklerle belirttiğimiz atom boyutu bile
bizim beş duyu organımıza dayalı bilimsel verilere göre değerlendirdiğimiz bir
kanıtdı.
Oysa kar olarak, yağmur olarak gördüğümüzün aslı suydu.
Gazali'nin dediği gibi "Cevizin
kabuğunu kırıp özüne inmeyen, cevizin hepsini kabuk zanneder"di.
Ben, aslında yok gibi görünen var olan ve tek olan ve bin
bir sureti ile görünebilen Allah'a inandım.
Ve amacında öz+arı+saf insan
boyutuna ermek olduğuna inandım. Özellikle bu yüzden, kişinin kendini
tanımasını nefsinin gerçeğini bilmesi demek olduğunu iddia ediyorum.
Yaratılışımızın bu ana unsurunu göz ardı edenler,
kendilerini bir beden olarak görmeye devam edip amaçsız kalacaklardır. Oysaki
yaratılışın amacı bu ana unsura ulaşma yollarında bir sınavdır.
Burada yıllardır bireysel bilinç diye her sohbette konuştuğum "BEN" kavramına gireceğim. Ben
nedir? Ben bilincini oluşturan
varoluşundaki suretin yansımalarını görüp evrensel ve sonsuz Ben'i görebilmektir. Ben'in bilinci, bireysel bilinç ışınsal
faaliyetlerle yaşar. Bilincimizi bedenimizle algılamaya çalışmamız bedenin
boyutunun hapsine girer. Buna birde çevresel baskılar ve şartlanmalar ve yanlış
dinsel yaptırımlar ve kalabalıklar içinde düşünmeye zorlanmak eklendiğinde
bilincin üst sınırına ulaşılamaz. Bilgiler günlük kalır.
Çocukken bize verilen değer yargıları bedensel
yaşantımızla ortaklaşır. Ergenliğimizden sonra çevrenin bize verdiği her
bilgiyi körü körüne kabul etmemiz bilimsellikten uzaklaşmamız tekliğimizin
önündeki en büyük engeldir. Yaratılışımızın esasına aykırılıktır. Böylelikle
Allah'ın tüm dinler ile yaptığı uyarılara aykırı evreni ve kendimizi
değerlendirmekten uzaklaşıp sosyolojik ve psikolojik açmazlar içinde bedensel
yaşar, bilincimizin o yüce evrensel öze ulaşamamasını sağlarız.
Oysaki yapmamız gereken ilk ana hedef kendimizi
sorgulamaktır. Yüreğimizin gözüyle sezgilerimizle vahdet anlayışımızı
oluşturmaktır. Gerek ibadet, gerek ana unsur iyi kavramında yerimizi kendimiz
tespit edebilecek bireysel bilince ulaşabilmektir. Beynimiz bilincin ana aracı
değil midir? Bedensel arzularımız şu kısacık konuklukta bilincimizin önünde
engel olmamalıdır.
Allah, evrensel sistemde her insanın bir görevi olduğunu
iyi yada kötü tayinlerimizi bu bilincimizle davranışlarımızla tespit etme
gücümüz olduğunu buyurmaktadır.
Dinlerin geliş amacıda işte bu bilincin işlemesi, iyiye
yönelik işlevlerin geliştirilebilmesi için bir nevi uyarılar değil midir?
Kişi kendini bil diyorum. Yıllardır yazıyorum. Bedenle mi?
Akılla mı?
Şu vücudunda trilyonlarca hücre var görebiliyor musun? Ama
hepsinin bir görevi var.
Ya tüm galaksiye baksak. 400 milyar yıldızdan oluşan
galaksiye. Uzaya çıkıp dünyaya bir baksak ne bitki görüyoruz ne dağ yuvarlak
bir kütle. Oysaki galakside, dünyada tıpkı bir canlı gibi birim. Ve tüm
bunlarda bizim bireysel bilincimiz gibi bilince sahip.
Güneş Samanyolu'nda bir
turunu 255 milyon yılda tamamlıyor. Güneş var oldu olalı 8 tur atmış.
Yani 8 yaşında. Dünya güneşten 32 bin ışık yılı uzakta. Düşününki güneş bu
galaktik bedenin bir nevi kalbi ise biz bir hücre içindeki elektronuz belki de;
ve milyarlarca galaktik dünya. Yeni yeni
doğan birimler; ve biz bir gün her şeyi bırakıp gideceğiz başka bir yere. İşte
o boyutlara burada yaşarken Allah'ın buyruklarıyla öğrenip gitmek Allah'ın
kişiye önerdiği en büyük kapıyı açabilmektir.
Son uyarı dediğim kuran da
Allah insanlara(Haşr 19) şöyle der."Ve
o kimselere benzemeyin ki Allah'ı unutmuşlarda, o da kendi kendilerini
unutturmuştur onlara"
Yani Allah'ı bulma, yaratılışın anlamını kavrama ile
kendini bulma kendini bilme arasında organik bir bağ vardır. İnsan yaratılışın
gayesine uygun temiz bir tohum gibi yaratılmıştır. Oluşacak ürün en iyi üründe
olabilir en kötüde. İnsan Allah'a kulluğunu ifa etmek üzere
yaratılırken,Allah'ın isim ve manalarını çeşitli şekilde ortaya koymak üzere
programlanmıştır.
İnsan doğumundan itibaren dışından gelen toplumsal,
geleneksel bilgi atışlarına tutulur. Bunlar şartlanmalar meydana getirir. İşte
en büyük yanılgı, böyle başlar. Kişi yaşadığı çevre ve toplumun baskılarını
gerçek değerlermiş gibi kabul etmek zorunda kalır. Böylelikle varoluş
gayesinden uzaklaşıp, Ben dediği
varlığın gerçeğini öğrenmesine engel yanlış bir kapıya sapar. Bu kapıdan giren
kişi, kendini sade bir beden olarak kabul eder. Varoluş gerçeğinin esasına
inemez. 'İşte birlikte yaşamak için iyi öğelerle ve çok çeşitli kolaylıklarla
süslenmiş insan işte bu varoluş gerçeğinden uzaklaşmaya başlayınca uyarılar
dinler gelmiştir.'
Allah'ın yolu ile gerçek öz iyiye ulaşıp kendimiz olarak
Allah'ın ahlâkı ile ahlâklaşmak amaç olmalıdır.
Neanderthal insanlarına inanıyorsak Allah'a inancımız
artmalı, dinsel perspektifimizi son uyarı olan dinimizi bireysel süzgecimizden
geçirerek, gelenekselci, hurafeci anlayıştan sıyrılıp kendi bilincimize
sığdırabilmeliyiz.
Kuran'da 200'ü aşkın ayet insanın kendi hak ve iradesinden
bahseder. Bu kişisel hak, yüce Allah tarafından savunulması gereken en önemli
değerlerden biri olarak gösterilmektedir. Bu boşuna mıdır? (Bakara 104) "İnsanın bir benliği vardır. İnsan sürü
değildir."
İnsanların bir davar sürüsü gibi gözetip sürülmesine karşı
çıkan yaratan, insanın toplumsal çember içinde benliğini, bireysel kimliğini ön
plana çıkartmasını ısrarla savunur. (Rad
11) "Allah siz tek bireyler olarak
iç dünyanızda gereken değişiklikleri yapmadıkça, sizi toplum olarak
değiştirmez."
İşte yaratan son uyarısı ile tabucu gelenekselci baskı unsurlarını
yaratılışa fıtrata aykırı bölümlerini de
kaldırmaya yönelmiş kişinin kendi nefsini sorgulamasını bilmesini emretmişdir.
Bireysellik diye dost sohbetlerinde söylediğim bu temelde değerlendirilmelidir.
Kendi özümüzü reddedip kapalı bir topluluğun parçası
haline geldiğimiz zaman sadece bireysel gücümüzü reddetmiş olmayız, aynı
zamanda sorumluluklarımızdan da sıyrılmış oluruz. Bir kişi tek başına karar
vermede vicdan insiyatifinden sıyrıldığı an o derece zalim ve gaddar olabilir.
Kitlesel çalkantıların mimarlarıda bu tip adamlar
olmuştur.
Faşist Hitler için Yahudiler Bolşevikler için de Rus aristokratları
suni bir karşı düşmandır. E.Hoffer'ın dediği gibi, "Genellikle bir şeyi sevdiğimiz zaman yanımıza bizimle o şeyi
sevecek taraftar aramayız." Ama
bir şeyden nefret ediyorsak, aynı şeyden nefret eden taraftar yanımızda hep
ararız. Şaşırtıcı nokta, nefretimiz elle tutulur bir şikayet değilse ve haksız
ise taraftar bulma arzumuz o denli artar.
Yüzyıllardır bize kendi kendimizi unutturan
öğeler,sezgilerimizi öldüren vicdan ve birey anlayışını yok edenler ne yazık ki
hiçbir uyarıyı anlamadılar.
Eğitime bakıyorsunuz bizi yaşamsallığımızdan
uzaklaştırıyor. Elimize tutuşturulan diplomalar insanlığımızın ölçütü oluyor.
Eğiticiler bazı şeylere notunu vermek için ortak olan değerlere bakıyorlar.
Kafalarda hep ortak toplumsal yararlar.
Oysa amaç bir diğer toplumsal gurubu yok etmek.
Halbuki birlik anlayışını idrak edebilecek yollara
girilebilseydi, ilk kitap son kitap olurdu. O yüzden son uyarıyı önemle
algılamak zorundayız.
Kuran "Allah
birdir birliği bulanlar iyiliği görür" der, İncil "Göz
yerine göz diş yerine diş denildiğini işittiniz ben size derim ki
düşmanlarınızı sevin size eza edenler için dua edin" der. Hatta Taoizm
de bile aynı sözü bulabilirsiniz. Bu Tevhid anlayışı ile düşünemeden geçen onca
yıl sonra bugün gelinen noktada, bazıları hala bu durumun suçlusu Allah'dır
diyebilecek kadar zavallıdır.
Allah uyarılarını yapmıştır. Her ümmet için bir elçi vardır(yunus 48)
Evrensel mesajlar tüm dinlerde toplumsal otorite ve
geleneklerle saptırılmıştır.
Hz.Muhammed'in yaşadığı dönemde Kuran sadece kendisinin
yorumlarıyla uygulanıyordu. Daha sonra yazıya döküldü. Hz.Ömer zamanında ise
peygamberimizin sözleri,eylemleri davranışları yazılı bir biçimde derlenip
hadisler ortaya çıkartıldı.
Hadis ne_? Muhaddis hadisi aldığı son kişiden başlıyor
,Ravi denilen senet bölümünde de Hz.Muhammed'e dayandırılan sözleri yazıyor.
Kitabül Muvattadan sonra acaba bir Muhaddis
o zamanki toplumsal otoriteye karşı art niyetli ise ,ve kötünün yanlış
kapılarına sapmışsa o hadisler ne olur_? Ve tabiki sahih olmayan hadis olur.
Ve ortaya da bu
söylenmişti bu söylenmemişdi gibi ayrımlar doğar. Hz Muhammed isteseydi yazılı
belge bırakamaz mıydı.
Konu saptı gibi düşünmeyin. Yaratılış ve teklik den son
uyarıya sıçramamız ve buradaki çelişkileri irdelememiz gerekmekte.
Dinimiz. Peygamberimiz ölüyor. Bir bakıyorsunuz Allah'ın
sıfatları,kader,günah,suç tüm görüşler toplumsallaştırılıp sistematik bir
şekilde ayrılıklar oluşturuluyor.
Allah'ın bireye uyarılarına rağmen çoğul kavram kargaşası
içinde Sünni itikat,şii itikat mezhepleri daha da ileri safhada fıkıh konusunda
ayrılıyorlar. Bazen öyle basit ayrımlar oluyor ki,Sünni itikat mezheplerinin
ilki olan Selef'iyelik in içinden doğan
Eşarilik, Selefilerin Kuranın lafıyla yazı ve işaretlerin birbirinden
ayrılamadıklarını Allah'ın sıfatlarından
/söz/ ün yaratılmadığını buna
karşılık yazı ve işaretlerin yaratıldığını öne sürüyor.
İlk sünni mezhep Selefiyeliğin teslim bölümünde,sahabe ve
peygamberin bildiği yeterli deniliyor. Sahabe kim? O dönemin ilk Müslümanları.
Onca art niyetle Müslüman olanları da kapsamaz mı bu peki. Kapsar. E tabi
öğrencisi Eşari de çıkıyor kalkıyor buna
karşıt olarak mezhep kuruyor. Sonrada Maturidi. Maturidide tam tersine ,Bireyin
akıl yoluyla doğruyu bulacağını eylemde özgürlüğü ama iradesinin sınırlı
olacağını savunuyor.
Bunları niye yazıyorum? İşte bunlar çoğul kargaşası içinde
Hiristİyan'lardan sonrada Müslümanların yüce Allah'ın yolundan sapma izleridir.
İtikat mezheplerinde ise,dinin temelinde ayrımlar
gözükmese de, Fıkıh da temelde değil ayrıntılarında ayrıntıların da ayrımlara
kadar gidiliyor.
Mutezile usul-ü L HAMSE DENİLEN 5 BAŞLIKTA TOPLANAN ADALET İLKESİNDE İNSAN İYİ İŞLERİDE KÖTÜ İŞLERİDE KENDİ ÖZGÜR
İRADESİ İLE YAPAR diyor. Aynı görüşü savunan Eşari daha sonra ayrıntılarda
ayrılıyor.
Y o Hanbeli mezhebi. Çoğu görüşüne katılmıyorum .Ama
Müslümanlığı kendi tekelinde zanneden S.Arabistan'ın resmi mezhebi. Alın işte
size işaret.
Hanefilik ve şafiliğe baktığımdan,Fıkıh konusunda
Hanefilik akla ve içtihada önem verirken Şafilik istihsan
hükümlerini(Görünürdeki nedenlere değil gizli olan asıl nedenlere bakarak
uygulama) reddediyor. Tamam iyi ama aynı şafilik uydurma olduğu kesin olan
hadisleri bile uygulamaya koyuyor.
Şii fıkıh mezheplerinden İmamilik' e baktığımızda bunun
dayanma noktası bir hadiste yer alan /hepsi Kureyş'ten olan 12 halife
ibaresinin 12 imamı işaret ettiği
varsayılarak geliştirilmiştir. Ve daha da ileri gidilerek son imam mehdi
olmuştur.
Fıkıh konusunda daha da derine inildikçe,oluşan
ayrılıkları bu çoğul çorbasında gördükçe Allah'ın gazabının üstümüze yağmasını
normal görüyorum.
Fıkıh da Şiiler 4 temel kuraldan hareket ederler
Kuran/sünnet/icma/akıl.
Kuran ve sünnet de
Sünnilerle pek ayrılmazlar. İcma da Sünniler sahabenin aktardığı
hadisleri sahih(doğru) kabul ederlerken imamiler imamların aktardığı hadisleri
sahih olarak kabul ederler.
Şimdi ben bir birey olarak,hem Sünni hem şii itikat ve
fıkıh mezhepleri içinde kendime yakın bulduğum görüşler olmasına rağmen,şöyle
uzun uzun düşünüp bakıyorum. Yere,göğe ve toprağa. Ve kendime bakıyorum.
Allah'ın mesajını algılamayı kendi yargımla buluyorum.
Benim inancım ve eleştirim, Allah tüm uyarılarını bireysel
bilincin ,yürek gizinin saflığının oluşması için yapmış ve bu akışın doğruyu
tek başına bulmasını emretmiştir. Bunu özellikle kalabalıklar içinde
yapacağınız hata oranını göz önüne alarak kişinin kendini bir açıdan bu yönde
sorgulaması gerekir demiştir.
Allah tüm uyarılarında
bireysel bir yapılmış hatayı affeder ama o insanı birde kalabalık da
sınar,kalabalık da sınanmış bir hatayı affetmez demiştir.
Kuran elbette ki bir şifreler bilmecesidir ama başlangıcın
özü kişidir. Bunu özümsemek gerekir.
Hiç inanmamış bir kişinin, sadece açıp okuyarak Allah'a ulaşacağı zor bir
ihtimaldir.
Yüreğini açacak,kendini sorgulayacak ve hiç ölüm korkusu
ile bugünü bu kıstaslar arasına sokmadan
yapacak. Bu kolay iş değildir.
Burada tekrar uyarılar konusuna degineceğim. Daha öncede
söylediğim gibi Kuran son uyarıdır. Kendinden önceki bir çok olayı anlatır. Ve
üstüne basarak her insana seslenir. Irk dil din ayrımı göstermez. Yunan
mitolojisinde bile tek tanrılı anlayış ile Zerdüşt dininde bile bir kehanet de
bir kadının kasara gölünde yıkanacağını bir peygamber doğuracağını ve bu
peygamberin şerri kötülüğü yok edip putları ortadan kaldıracağını anlatması bir
tesadüf müdür?
Bence Kuran teokratik bir düzenden teosentrik düzene giden
son uyarı ile,bireyin özgürlük alanını daraltan yaşam biçimlerine bir
başkaldırıdır.
Bu yüzden onca İslam bölünmüşlüğü değil din bölünmüşlüğüne
hayır demek gerekmektedir.
Gelenekselci gerici yaklaşımları Allah inancıyla
uzlaştırmak mümkün değildir. Allah ilk oluşumunun sonuna kadar korunması
gerektiğini buyuran bir ilerici yaklaşım sunmuştur. Bu yüzden kalabalıklar
içinde fesat ve hıyanetin kuklası olabilirsiniz diyerek bu ileri gidişin bir
çembere girmek olmadığını devamlı uyarmıştır. Evrensel birlikteliği oluşturma
sınavınızda tek tek doğru noktalardan ayrılamamamız gerektiğini sunmuştur.
Dünya üzerinde yapılan sınamalarda bunda her daim başarısız kalınması bu son
uyarının yapılma zorunluluğunu getirmiştir.Geleneksellik eski anlamın da
algılanmasın. Eski en baştır. Geleneksellik ise bu kalabalık çemberin
oluşturduğu kurallardır. İşte bu anlamda geleneksele tapanlar vardır. Oysaki
Allah inancı bunu reddeder.
Mevsimler değişmiş,ozon delinmiş meyvalar bozulmuş yeni
hastalıklar türemiş. Bunlar bir gerçeği vurgulamalı. Demek ki son uyarı
algılanamamış,uygulanamamıştır. Ve son uyarıyı evrensel mesajı dar kalıplar
içine sokan saltanatçı gelenekselci yaklaşımlar halbuki şu anda puta tapmaktadırlar.Onlar
beden zevkine,kalabalıklar içinde hıyanete yenik düşmüş kibir ve gıybetin esiri
olmuşlardır. Ve dünya onların elindedir. Artık son uyarının kesin tatbiki gene
bir son yıkımla olacaktır.
Sen dost, mikropları görebiliyor musun? Sonra sonra
aklınla icat ettiğin makinelerle görmen sağlandı. Ya o makineler
bulunmasaydı,mikroplar yok muydu?
Aklını yüreğinle birleştir. Bakın, vücutta tüm organlar
tek bir sinir teli ile beyne bağlanıp yöneltilirken,neden kalbin bizzat içinde
minik bir BEYİN sistemi var?
Araştır.Hisset.Akılla yalnız bilgileri yorumlarız.
Kalbimizle bilgi üretip idrak edebiliyoruz. Yani duygularımız.
Duygular beyindeki bilgi birikimini hiç kullanıyorlar mı?
Oysa akıl beynin beş duyuyla kaydettiği bilgilerle yargıya
varır. Allah'ın zıddı veya benzeri olmadığından akıl Allah'ı kavrayamaz dost.
Allah'ı o giz noktanla sezecek,yüreğinle hissedeceksin. Sonrada beynini
işleteceksin .O son uyarıları o şifreleri yolladığı yer işte o giz noktada. Onu
çalıştırmayı öğren dost.
Her parçanın Allah'ı yansıttığını ona eğildiğini aklınla
göremeyeceksin. Zira sen atomları da göremiyorsun. Suyun moleküllerindeki eğilişi görebiliyor
musun.Sevgi nedir?İnsanın en yüce yanıdır. Kalbinde gizli bir yetenek bir güzel ormandır Sen istemesen de
yağmur yağar tepesine. Büyür dalları.
Hiçbir organ hiçbir bilgisayar ekranı görüntüleyebilir mi
sevgiyi. Ve sen severken niye daha güçlü akar damardan kan?
İnsan korkaktır. Çünkü o giz noktasını kapatmıştır.
Bilimsel olarak korkunun vücudun tüm düzenini bozduğu buna bağlı olarak yüreği
ile inanmayan insanın ölüp yok olma korkusunun ve gelecek korkusunun arttığı
saptanmıştır. Bu tür bir insan bu korkuyla her tür kötü alışkanlığa sapabilir.
Korkunun karşıtı abartmış aşırı güven de aynı ölçütlere girer. Gene bugün
biliyoruz ki stres vücudun tüm düzenini bozmaktadır.
Bizler makine değiliz dostlar. Uyarıları bireysel akıl
süzgecimizden geçirip,bilinç seviyesine çıkarmalı ve yüreğimizin o giz
noktasını işletmeliyiz.
Kurallarmış,fıkıhmış sistematik tartışmalara hala
sürüklenip kalmak Allah'ın mesajına en büyük darbedir. Adamın biri ilk kez
namaz kılacak, tam o sıra parmağının ucu kanadı. Hanefi derki abdestin bozuldu.
Şafi derki bozulmadı. Bunlarla mı uğraşacağız hala? Yürek abdestli olsun yetmez
mi.
Bizzat peygamberimiz, //BEN SİZLERİ GÖRÜYORUM,ENDİŞEM
ODURKİ BENDEN SONRA DÜNYA NİMETLERİNİ TERCİH EDİP ALLAHA EŞ KOŞUP
ÇEKİŞECEKSİNİZ.(SAHIH UL BUHARİ)//
derken noktayı koymamış mı?
Kurallarla
boğuşarak, öldükten sonra kuran okuyarak bir şey olmuyor.
Bir yerde duymuştum Çinliler ölülerini gömdükten sonra
ölünün en sevdiği yiyecekleri mezarın üstüne koyarlarmış. Bir gün Amerikalının
bir Çinliye takılmış-Sizin bu ölüler
bunları ne zaman yiyecek. Çinlide demiş Sizin ölüleriniz çelenklerdeki
çiçekleri ne zaman koklarlarsa o zaman demiş.
Şunu demek istiyorum. Dünya çevremiz gibi görünüyor bize.
Kuralları bu bütün ve büyük yere sıgdıramazsınız. Bir ucunda İslam adına kadını
sünnet ediyorlar. İmam Maliki namazda
besmeleye tiksinti ile bakarken Ebu Hanife besmelesiz olmaz der.
Abdest de şiiler ayaklarını sil yeter der Sünnîler yıka
der. Kurana bakarsınız ayaklarını ve başınızı silin der. Bu yeterli der. Ki oda
o zamanın banyo yapmayı hiç sevmeyen pis
Araplarına.Aslı da el baş temizliğinden ziyade yüreğin temizliğidir abdestin.
Kuran evrensel bütünlüğü savunurken sen kendini bir
kurallar zincirine tıkıp adına İslam toplumu diyerek bir halt
olamazsın.İbn.Arabinin çok güzel bir sözü var//Halk hakkın görünen yüzüdür. Hak
da halkın görünmeyen yüzüdür.//
Tüm uyarılara karşın din adına,hak adına kitleleri
peşinden sürükleyip bazı kıstaslar koyan adamlar Emevi döneminde de ,Hıristiyan
dünyasında da göstermiştir ki saltanat ellerinde olunca dalkavukluk zamanın
adamı olma eğilimleri doğmuştur.
Kitleleri peşinden
sürükleyen kan içen bu adamlar her din içinde her ideoloji içinde var
olmuşlardır. Ve tarih göstermiştir ki,bunlar zayıfın yanında değil bir zaman
sonra güçlünün yanında olmuşlardır. Ve zamanla zayıf için yapıldığı zannedilen
mücadele güçlü konumuna gelince toplumsal bir gücü temsil etmiş kan yine
döktürülmüştür.
Allah'ın tüm uyarılarına karşı din adına,ideoloji adına
ırk adına savaşlar yapılmış ve hala yapılmaktadır.
İnanç
karşıtları da bu ortamda sistematik bir şekilde sinsice teoriler
üretmişler evrimsel tesadüfi saçmalıklarla
kafaları iyice karıştırıp Allah'ın
varlığını yok saymışlardır. İşte
bu bağlamda insanlık kara yağmurlarla boğulmuş,nükleer savaş korkularına
bürünmüştür
Her şeye rağmen,dinler içinde yanlış kurallara tıkılı
kalan bir çok insan yüreğinde soru işaretleri ve yaralar artmıştır.
Allah ışığın tekliğinden bahsederken,karanlığın çokluğu ve
uğursuzluğu ve kötülüğü bizlerin oluşturduğundan bahsetmektedir. Buna rağmen
Yüce Allah bireylere özgü affedici ve bağışlayıcıdır. Eğer Allah insanları
kendi ellerinin ürünü olan sonuçlara bakarak hesaba çekseydi ,yeryüzünde bir
tek canlı kalmazdı derken bunu vurgulamıyor mı?
Sonuçta bugün itibariyle insanlık amaçtan uzaklaşmaya
devam etmektedir.
Ve Allah'ın belirttiğine göre de başka bir uyarı
gelmeyecektir. Artık yapacağımız şey Allah'ın ipine tek tek bireysel
bilincimizle sarılmaktır. Çağımızın gelişen teknolojik sonuçlarını çoğul bir
iyiliğe dönüştürmek için pek zamanımız kalmamıştır. Dünya hızla bir sona doğru
gitmektedir. Bu aşamada dini sahiplenip
kendilerini din adamlığı maskesine bürünenlerin yol açacağı
çalkantıların getirisi çok daha ağır olacaktır. Hala teokratik düzeni
islam'a yakıştıran dar kafalı
gelenekselci kişiler ile diğerlerinin karşı karşıya gelişi haçlı seferlerine benzemeyecektir.Bu
artık sondur.Bugüne kadar dünyayı sahiplenen teokratik dinsel
düzenler,Emperyalizm,Kapitalizm.Marxsizm gibi vs. sistemler Allah'ın
uyarılarını çözümleyememiş ,çözümleyebilenler de uygulayamamışlardır.
Bizzat Kuran Başlangıç da İnsanlar tek bir ümmet idi,daha
sonra ayrılığa düştüler derken yapılan yanlışlar için uyarıları da vermişken
sonuç olumsuz olmuştur.
Allah'ın sıfatlarının en başı yaşam ve bu yaşamı yok etmek
ve bu sıfatların ikincisi ilimi yok etmekle sonu hazırlayan insan hala işin
farkında değildir.
İslamın ilk yıllarında İLİM
Oysa islam'ın ilk yıllarında peygamberimiz sayesinde onun
telkinleri ile ilimin yüceliği
savunulmuştur. Cehalet kınanmıştır. Bu yolla İslam'ın ilk yıllarından itibaren
son uyarının ışığında,gerçek amaçtan uzaklaşan diğer din adamlarına
İlim aktarılmasını sağlayanlar gene bu islam'ın ilk bilge ve aydınlarıdır.
O yıllarda katı bir ideal ile Hıristiyanlığı bir
milliyetçilik çemberine sokanlara karşı İslam tevhide zararlı bu yaklaşımdan
uzak tüm insanların birliği ve kardeşliği için İlime yönelmiştir.
İslam düşünürleri nasıl var edilen ile var eden arasındaki
sevgiyi baz alıp insanlık yararına büyük atılımlara girmişlerdir. Ve bugüne
kadar hiçbir din bilimden İslam kadar söz etmemiştir. Özgürlük ve ilime sarılan İslam insanların gerçeği
görme ,akıllarını işletebilme ve kendilerini sevmeye zorlamıştır. Kuranda 217
ayet bilim,17 ayet bilgelikten 63 ayet de kişinin iradesinden bahseder.
İslam dan önce Hıristiyan dünyasının bilimi kendi din
anlayışı içinde eritmesi Allah'ın uyarılarını hiçe sayması İslam'ın geliş
unsurlarındandır. Din adına haçlı seferlerinde yeni silahlar denenmiş kan
akıtılmıştır.
Hegemonya içinde dinler adamlığı sınıfı ile Hiristiyanlık
özgür birey anlayışına karşıt bir otorite ile
tüm yararlı olabilecek buluşlara
karşı çıkarken kendi koltuklarını sağlam tutacak her şeye evet demiştir.
Dini bir kurallar bütünü zannetmeye zorlanan insanlarda
Allah inancından uzaklaştırılmışlardır.
Burada Bu konu ile
yaptığım kısa bir araştırmayı bahsedeceğim.
İslam'ın ilk düşünürleri son uyarının ışığında akıl ve
yüreğin ışığında yola çıkmışlardı. Diğer dinleri sahiplenenlerin aksine, geniş
bir uzlaşıcı ve hümanist yaklaşımlarla evreni incelediler.
8 yy da kitaplar papirüs ve parşömenden yapılıyorken, bu
bilgeler Çinlilerden kağıt yapımını öğrendiler. Ve 815 ile 1227 tarihleri
arasında Dünyanın en büyük kütüphanelerini kurdular. Bu bilgeler,medrese
denilen orta öğretim kurumlarını,camia adı verilen üniversiteleri kurdular.
Burada dinsel bilgilerin yanı sıra
Mantık,metafizik,felsefe,matematik,fizik,astronomi, retorik ve alet yapımı
öğrettiler. Gene profesörlük buluşu bu İslam'ın ilk büyüklerinindir.
Bir çok İslam bilgini,bilgiyi sınıflandırmak için
sistemler geliştirdiler. Gazalinin bilginin toplumsal işlevi konusunda ki
çözümlemesi ve bilgiyi zorlayıcılık derecelerine göre ayırması gelişimin en önemli etmenlerinden oldu.
Bu dönemlerde son uyarının ışığı ile yol alan bu insanlar
teokratik bir yapılanmanın tam tersine evrensel başarılara imza attılar. İlk
bilimsel yöntemi kuranlar İslam amprist ve deneycileriydi.
Matematiği bilimin dili haline getirenler gene bu ilk
İslam bilgeleriydi.(BATANİ,İBNİ HAYTAM, BİRUNİ)
Büyük İslam düşünürü Harezmi logaritma ve cebiri bulup Kitab el cebr ve
mukabele adlı kitaplarıyla cebir tanımını kullandı. Batı dünyası tam 300 yıl
sonra 0(sıfır) kavramını bu kitaptan öğrendi. Onun öğrencisi Abdül vafa
trigonometri ve küre geometrisini geliştirdi.
En büyük İslam astronomu sayılan BATANİ güneş yılını 24
saniyelik bir hata payıyla hesapladı.
BİRUNİ, Galileo dan 500 yıl önce dünyanın kendi ekseni etrafında
döndüğünü söylerken Hıristiyan dünyası dinsel kalıpların içinde insan yararına olan tüm buluşlara karşı
çıkıyordu.
İBNİ HAYTAM 27 farklı mercek kullanarak yansıma ve kırılma
yasalarını buldu. Ve gene batı dünyası onun adını bile anmadan kitaplarına bu
yasaları çok sonra koydular. İlk analog bilgisayar diyebileceğimiz
usturlab FARAZİ tarafından bulundu(790)
Usturlab ,güneş ve yıldızların doğduğu ve battığı ve en yüksek noktada olduğu
zamanları ve herhangi bir anda hangi konumda olduğunu gösteriyordu. Bu bir çok
astronomi sorununa çözüm getirirken İslam'ın gerici yanımı ilerici yanını mı ortaya çıkartıyordu.?
TAKIYYEDDIN , zamanı ve ayın dönemlerini gösteren alarmlı
bir saatin nasıl yapılacağını ayrıntılı bir şekilde anlatırken,bugünün
İslam'ını gerici kılan ruhban sınıf
otoriteli dinine mi mensuptu yoksa her şeyi algılayıp evrensel barış ve
mutluluğa yürüyen gerçek İslamamı?
İlk örgütlü
hastaneyi kuran gene bu bilgelerdi. Şam da cüz zamlılar için hasta
haneler,Bağdat da 60 ı aşkın hasathaneler kuran bu bilgelerden RAZİ Hastabakıcılığı meslek haline getiren ilk kişiydi. 24
ciltlik bir tıp ansiklopedisi yazanda oydu.
İBN-İ SİNA tıp yasaları adlı 14 ciltlik bir ansiklopediyi
yazarken kesin kaderciliğemi boyun eğiyordu ?
700 yıl boyunca
batının da faydalandığı bu eserinde İBN-İ SİNA
hastalıkları tanımlıyor,sınıflandırıyor tedavi için ilaç öneriyor ve bedenin değişik işlevlerini
tanımlıyordu.
Tüberkülozun bulaşıcı olduğunu ve şeker hastalığını ilk
tanımlayanda gene o oldu. İBN-İ NAFİS ise kan dolaşımını ilk açıklayan kişiydi.
Ama dünya 1628 de bunun HARVEY
tarafından bulunduğunu yazıyordu.
ZAHRA(939) El tasrif adlı eserinde 100 den fazla cerrahi
aleti betimledi.Diş doktorluğunu geliştiren,diş ameliyatlarını yapan ilk kişi
gene bu islam bilginiydi.
İBADİ(879) Göz üzerine iki kitap ile gözün anotomisini
açıkladı.
İslam dünyasının bir çok yerinde kurulan gözlemevlerinde
sayısız bilim adamı astronomi tabloları hazırlayıp yayınladı.
Bilim tarihçileri ,Maraga ve Şamda hazırlanan gezegen haritaları ile Kopernikin
arasındaki benzerliğe dikkat çekerken BATANİ şöyle demekteydi.//ASTRONOMİ EN
SOYLU VE EN MÜKEMMEL BİLİM OLARAK DİNDEN HEMEN SONRA GELİR.ZİHNİ BESLER,ZEKAYI
KESKİNLEŞTİRİR VE ALLAHIN TEKLİĞİNİ ANLAMAYI SAĞLAR//
Deneysel yöntem kimya yada uygulandı.CABİR İBN-İ
HAYYAN(813) bir çok labourutuvar aygıtı yaptı.Suyu arıtmak için ibriği
buldu.Bir çok asit baz ve tuzu tanımladı.Civayı keşfetti.Genel boyaları yaptı.
MECRİTİ(1007) Kütlenin kimyasal sakınımı ilkesini
buldu.Batı ise bunun onurunu 900 yıl sonra LAVOISSRE verdi. CAHİZ(869) İik
kapsamlı zooloji incelemesini yazdı..
KAZİNİ 1121 de bilgelik dengesinin kitabı adlı eseri
yazdı.Ölçüm fizik ysalarını anlatan bu eser yerin merkezine doğru etki eden bir
güçten söz ediyordu.NEWTON nun elması bundan 566 yıl sonra düşüyordu.
Ham petrol elde etme ve damıtma teknolojileri daha 9 yy da
İslam dünyasınca bilinmekteydi.Yine aynı dönemde Asit hazırlama,sabun,cam,seramik ,mürekkep boya,deri işleme,kağıt teknolojileri
geliştirildi.
Toprağı sulamak,evlerde kullanılan suyu yükseğe çıkarmak
için dişliler,miller pistonlar kullanılması gene bu bilgelerin eseridir.
Arazi ölçümleri yapma, yer altından maden çıkarma, çelik
üretim yöntemleride geliştirdiler.
İslamın ilk bilgeleri sayesinde ,İnsanın mutluluğu ve
iyiliği ve evrensel kardeşlik dışında bir amaç gütmeyen aşağıdaki faydaları
Batı dünyası İslam uygarlığından öğrendi.
-Kürsü sistemi,üniversite yapısı
-hesap,sıfır kavramı
-cebir,trigonometri
-labourutuvar araçları,deney tüpleri
-Optik ,temel ışık yasaları
-Hastahane sistemi,cerrahi araçlar
-kitap sınıflama yöntemleri,sözlük,ansiklopedi
-Kütüphane düzeni
-Yön,pusula
-Temel astronomi olgu ve yasaları
-telli çalgılar
Bugünün dünyasında reaksiyonerler ile islamı uzlaştıranlar
islamın ilk yıllarında dünya için çok ileride olan bu düşünürlerin oluşturduğu
faydaları bilmezler.Onlar bir bilgenin dediği gibi eskiye taparlar.Eski
geleneklere tapmaktan kör olan gözleri İle dini bile kullanırlar.Din onlar için
kendi otoritelerinin kumanda düğmesidir.
Bugün islam adına televizyon seyretme
yasaklanabilmekte.Ağızılarına bu yüce olguyu alarak.
Bazıları sorar gibi duyuyorum.Peki bunca gelişime imza
atan bu düşünürlerin yer aldığı islam nasıl bu noktaya geldi?
İşte islam dinini
tutucu totaliter kendi çıkarları için kullanan yöneticilerin başa gelmesiyle.
Tıpkı bugünkü gibi dini bir toplumsal baskı unsuru
yapmayla.
Oysaki Kuran hiçbir devlet şekli belirtmezken,Ataerkil
ilişkileri,feodal yapıyı,sömürüye karşı çıkarken sanki tüm bunları islam
savunuyormuş gibi gösteren o adi adamların sayesinde bugüne gelindi.
İlk hikaye, İspanyanın yitirlmesi ile başladı.
Granadanın faslı kralı Boadbıl kral ferdınandın önünde diz çöküp kentin
anahtarını vermesiyle 800 yıllık islam egemenliği sona erdi.Allahın yüce mesajlarını yok sayan hiristiyanların sayısız
el yazması yakması ile islam bilimi bastırıldı.Bundan sonra esas gerileme
islamın kendi içinde oluşturuldu.Gazali sayesinde egemen bir konuma
ulaştırılmış din bilginleri 14 yy ın sonuna doğru yazılı metinleri yaşamdan
ayrı bağımsız bir gerçeklik gibi yorumlamaya
başladılar.Kuran değişik şekillerde bilgisiz ,merkezi otorite tarafından satın
alınmış adi insanlarca yorumlanmaya başlandı.
İLİM bütün bilgiden dinsel bilgiye indi.Bu çok önemli bir
yokoluştur.İcma din adamlarının sultasına dönüştürüldü.İnsanların dinsel
konularda tek başına birey olarak akıl yürütmeleri yasaklandı.Tüm bunlar içine
kapanmayı doğurdu.
Daha sonra bazı
akedemik disiplinlerle islamı ilkel ve
ırkçı bir görünüme kavuşturdular.Adına da ORYANTALİZM dediler. Din bilginleri
kendileri için ayrıcalıklı sınıflar oluşturmaya başladı.İlk islam bilginlerinin
kağıt yapımını çinlilerden öğrenip sanayiye dönüştürmelerinin akisine ve
inadına ,Osmanlı imparatorluğu döneminde din adamları denen bu zatlar batının
bulduğu matbaanın islam ülkelerine girişini 300 yıl geciktirdiler.Oysaki batı
Ve hiristiyan dünyası islamın ilk
bilgelerinin bulduğu herşeyi kapmış geliştirmeye çalışıyor kendi din anlayışını
sorgulayabiliyordu.Ve ondan sonra kendi
din adamlığı sultasını yıkan hiristiyan dünyası
sömürgeci emperyalist bir hüviyete bürünerek büyümeye çalışıyordu.
İngiltere,Fransa,Hollanda yavaş yavaş Müslüman ülkeleri
ele geçirdiler. Bu Emperyalistler sistemli olarak bilimi kendi hegemonyaları altına alarak bir
nevi kışkırtıcılıklarla da Müslümanları bilgisiz bir topluluk haline getirme
politikaları uyguladılar. Bulundukları yerlerde farklı etnik ve dinsel temaları
kullanarak yok oluşu başlattılar.
Örneğin 1595 de Endonezya'yı ele geçiren Hollandalılar bütün medrese ,okul
kütüphaneleri kapattılar. Kendileri için kurdukları bu yerlere de yerli halkın
girmesini yasakladılar. 200 yıl boyunca eğitimi yasakladılar.19 yy sonunda
İslam tıbbını yasakladılar. Ancak bu Emperyalistler sömürgeleştirdikleri İslam
bölgelerinde ne buldularsa aldılar. Doğal kaynakları kendi ülkelerine
aktarmak için bir çok sistemler
geliştirdiler. Örneğin Kuzey İngiltere'deki dokuma fabrikalarını ,Hint tekstil
sanayiinin yıkıntıları üzerine kurdular.
En önemli olgu, Bunlar
sömürgeleştirdikleri veya yarı sömürge
yerlerdeki ülkelerde kendilerine körü körüne bağlı bir yönetici
sınıfının oluşmasını örgütlediler. Ne acıdır ki bu satılmış sınıfın büyük
çoğunluğu din adamlarıydı.
Batılı emperyalistler için Müslümanlık gerek teolojik
gerek politik gerekse entelektüel sorunlar içeriyordu. Teolojik sorun, bu dünya
için İslam ve peygamberi reddetme anlayışını getirdi. Politik sorun içinde peş
peşe haçlı seferleri düzenlendi. Son uyarı Kuran ve peygamberini şeytanla eş
tutan bu adamların yaptıkları da ne yazık ki Allah adına din adına yapıldı.
Oysaki Allah tüm uyarılarına kardeş olun ,kan dökmeyin
derken Haçlılar 1099 da Kudus'de 70.000 çoluk çocuk öldürüyordu.
Hiç Müslüman görmemiş Hıristiyanlar için bu tip
barbar,şehvet düşkünü,cahil tipindeydi.
Ve gene acıdır ki evrensel mesaja inat
bu tip Avrupa düşüncesinin ,sözde aydının ve yazımının elinde yazıldı.
Osmanlı imparatorluğunun Müslüman olmasına rağmen yaptığı
hatalar tüm orta doğunun Müslüman
olmasına rağmen bu emperyalistlerin
oyuncağı olmasının temelinde ne yatıyor sizin düşünmenizi rica ediyorum.Toplum
merkezli din anlayışı,ideolojik din anlayışı,dinadamı sultalığı ve teokratik
devlet düzenleri Osmanlı imparatorluğu dönemleri ve o dönemin ortadoğusunun durumu müslümanlığın
bir yok oluşa gitmesinin sebebleridir.Ortada bir din olgusu var ve bu
olgunun bireysel şekillenmeden çıkıp bazılarının elinde kumanda düğmesi
olmasının yarattığı sonuç hep kan olmaya
mahkumdur. Satılmışlığa mahkumdur.Allah'ı deyip Allah'ı inkar a mahkumdur.
Oysaki 1500 yıl önce İslam bize mülk sahibi olma ,bireysel
özgürlük,eş seçme,ilime yönelme,gerekli olduğunda çocuk aldırma evlilikte cinsel doyum bulma gerekliliği gibi
bir çok hak tanımışdı.Ve bize gösterişsiz ılımlı olmalarını öğütlerken ,ayrıca//inanan
erkeklere gözlerini indirip iffetlerini unutmamaları söyle ve inanan kadınlara
da gözlerini indirip iffetlerini unutmamalarını söyle// derken bu ayet çoğu
zaman kadınlara yönelik yorumlanıp kadınların tamamen iffetli olmaları
gerektiği ve toplum içinde kapalı giysiler giyinmeyi gerektirdiği baskısını
doğurdu. Sanki o ayet de erkeğe hüküm yokmuş sanki o ayet öyle diyormuş gibi.
Kuranın çarpıtılmış ve cinsiyetçi ön yargılarla yorumlanması kadınlara karşı
haksız uygulamalar ve hukuk düzenleri oluşturdu.
Örneğin kadınlarında boşanma hakkı varken, bu engellendi.
Köleci zihniyet hortlatıldı. Hatta bazı yerlerde kadınlar bile sünnet edilmeye
başlandı. Kadınlarında eş seçme özgürlüğü varken bu yok sayıldı.
Bu birikimler
birike birike fanatik, hoşgörüsüz İslam toplulukları belirdi. Ve daha da ileri
gidilerek İslam'ın tek doğru yorumunun
kendilerinin olduğu ve bunu da ancak kendi kuracakları bir İslam devleti
ile mümkün olacağı kanıları gelişti.
Bugün fundemalist
guruplarda İslam'ın bütünsel ve Allah
merkezli görüşünü teokratik ve totaliter düzene dönüştürmek için esirgeyen ve bağışlayan Allah yerine
zorlayıcı ve politik bir Allah ı koymaya yöneldiler.
İslam'ın ilk bilgelerinin evrensel faydalarına Hıristiyan
dünyasının din adamları sultası karşı çıkıp İslam'ı tek düşman göstererek dini sahiplendiyse,bugünün bu gurupları da
karşı olan herkesi düşman olarak
göstermeleri bir tesadüf müdür?
İşte bu dünyanın
sona gidişinin izleridir. O yüzden bu çoğulcu din adına totaliter baskı
guruplarına karşı olmak Allah katında
daha değerlidir eminim.
Kuran herhangi bir devlet şekli buyuran toplumcu bir
mekanizma üzerine kurulu değildir. Eski
gelenekleri bugün yaşatalım diye saçma sapan ikilemlere girmek bir
aptallıkdır.Evrensel kardeşliği buyuran Allah'ın son uyarısını ideolojik bir sentez görüp,tüm yaşam
biçimlerine baskı unsuru uygulayıp nasıl bir kardeşlik temin edeceksin?
Tipik kaderci yaklaşımla sadece geleneğe tapan bu anlayış
ile bir bakarsınız ki yeni gelenekler doğar.
İslam'a ille de bir birlikte yaşamak için şekil sunmak
istiyorsanız en uygunu bana göre sosyal demokrasidir. Burada bir kavram
tartışması doğmasın benim anladığım sosyal demokrasi bugün hiçbir ülkede
uygulanmamaktadır.
İbadet konusuna gelince. Şuna bir inanalım. Nerede olursak
olalım biçimsel olarak ve nesnel işaret hareketleri görülmeyen yüreğinizle
hatta hayalinizle yapılacak ibadet de değerlidir. Önemli olan niyetdir. Ruhun
benliğini temizliğini ve saflığını yoğunlaştırmaktır.
Ve sevgidir. Kendi dilinle bildiğin duayı da okuman yada
onun adını anman hiçbir çıkar gözetmeden pazarlık yapmadan onu anmanda bir
ibadettir.
Ve temizliktir. Çağımızda vücudun temizliğinin ne denli
önemli olduğunu ne denli faydalar sağladığı bir gerçektir.
Yüce Allah dünyanın yaratılışından bu yana bireyin tüm bu
önemli değerlere sahip çıkmasını buyurmuştur. Ta ilkel toplumlardan bu yana
Mısırda Çin de bulunan tüm belgelerde bunlar görülür. Yunan Roma gibi eski
uygarlık merkezlerinde rahipler bir dinsel törene başlamadan önce tüm
vücutlarını ve ya bazı kısımlarını yıkamaları bir tesadüf müdür.
Brehmen ve Zerdüşt lerde de temizlik dinsel görevlerin
başında gelir. Hahamlarda duaya başlamadan ellerini yıkar.Hz.İsa da meta incili
16/20 babda yürekteki tüm pis düşüncelerin insanı kirlettiğini belirterek ruhun
ve vücudun arındırılması gerektiğini
Allah'ın uyarısı ışığında belirtmiştir.
Kuranda 24 ayet de temizlik ve yıkama belirtilmiştir.
Tinsel anlamda temizlik ise Allah'ın bize verdiği ana mesajdır. Namazı bile bu
tinsel anlamda uygula yamanlar bana göre bir kukladır.
Emeviler döneminde düzenlenen rekat sayıları ile saçı sakalı karışmış ayakları kokan bazı
zatların namazları ne faydadır?
Kuran kıbleye yönelip secde etmeyi buyurmuşken bunu kendi hegemonya ve
geleneklerine hapsedip örneğin bir kuzey ülkesinde namazı bile komik duruma
düşürenler İslam'ın evrensel kardeşliğe yönelişini engelleyenlerdir.
//YÜREĞİNDE ALLAHI HİSSEDEN,ONUN YARDIMLARINA İNANANLAR
İÇİN KAPILAR KAPANMAZ//(Mümin 60)
BANA DUA EDİNİZ SİZE KARŞILIK VEREYİM//(Meta incili VII 7)
Temel koşul ,yüreğinle
yüreğin o giz noktası ile ona yakarmak onu anmaktır. Onu sevmektir .O
akıl vermiş düşünmeyi emretmiştir. Hatalardan sıyrılmayı başarmak senin
görevindir. Yaptığının hata olduğunu hissettiğin an her şeyinle ona yalvarman
gerekir ki önünde bir kapı daha açsın sana. Eğer sen ısrarcıysan hatanda
açılacak kapı başka bir hataya yönelişin kapısı olur. Onun adıyla andığın her
tinsel yakarışına karşılık verilir. Ve İnsan ömrü bu kapıları açıp kapatmakla
bir sınav sürecindedir.
Düşünmek ,Onun insana verdiği bir erdemdir. Descartes'in
var olma anlayışına bunu bağlarsak,bizi diğer yaradılışlardan farklı kılan
etmeni görürüz. Düşünebilenin hatayı da kötüyü de düşündüğü için ,yürekte
hissedişin önemini daha iyi anlarız.
Önümüzdeki yolda, Allah'ın bize verdiği mesajlara uygun ve
doğru bir halde gider iken fazladan gösterişçi,şirke bulaşmış yakarışların
faydası değil zararı vardır.
Toplu bir ibadette riya
unsuru Gazalinin dediği gibi çok olur.
Allah adına hiçbir gösteriş affedilemez. Hele çoğul bir
gösteriş. Son uyarı bu gösterişi ve kalabalığa mahkum gelenekçi yakarışlara en
sert tepkiyi göstermiştir. Dağın taşın eğildiği
Yüce Allah'a sen üç sakalınla ,nasıl giyinmenle ben şöyle hu çekerim
demekle bir önem sınıfına giremezsin. Bu tür ayrımcılık Arapça töre örf adet
anlamına gelen sünnetçi yaklaşımlardır. Önemli olan neyin neyin bizi
kurtaracağı değil neyin suç olduğudur. Bunu da bulacak gene kişinin kendisidir.
Binlerce yıl önce elde asa taşınır diye asa taşımanın bizi
kurtaracağını düşünmekle kişisel özgür iradeye ulaşamayız.
Baskı zorlama tehdit oluşturmak,İslam da yoktur.(Bakara
256)Her kim ki tağuta sırt dönüp Allah'a inansın yeter denilmiştir. Hatta
yasakçı anlayışa karşı Nisa 43 de Ey iman edenler sarhoşken ne söylediğinizi
bilinceye kadar cunüpkende boy abdesti alıncaya kadar namaza yaklaşmayın
derken sarhoşlarında ayıldıktan sonra
iman etme hakları olduğunu belirtmez mi?
Bu adam intihar etmiş neymiş cenaze namazını kılma, bu
adam sarhoş Müslüman olamaz anlayışı İslam'ın evrensel kardeşliğine aykırıdır.
Bunları yapanların Allah sevgisinden haberi yoktur.
//OKU KİTABINI BUGÜN SANA HESAP SORUCU OLARAK ÖZBENLİĞİN
YETER//(İsra114) Yani bırak o
gelenekselci sünnetçi reaksiyonerleri sen kendine inan .Kendini bil. Yoksa bir
Hanefi olur abdestliyken parmağının ucu kanadı der abdestin bozulur Şafi olur
bozulmadı der gibi ayrımların içinde öz benliğini kaybedersin.
Sana içki ve kumarı sorarlar Deki her ikisinde de büyük
günah ve faydalar vardır. Günahları faydasından büyüktür. Sen bunları Ahmet
hocaya Mehmet hocaya göre yorumlarsan kendi öz benliğinden uzaklaşırsın.
Bir insan kendine zararı olacak şeyleri bilme gücüne
ulaşabilmelidir. Bu sadece içki teması değildir. Bireyin kendi kendine vereceği
zarar tüm yaşamı içerisinde sınanır.
Kısmet deriz. Bir evlilik olgusuna girerken uzun yıllar
aynı yastığa baş koyacağımız bir insan seçmek zorundayızdır. Bu bir sınanmadır.
Aile olgusu Allah'ın en değer verdiği olgulardan biridir. Biz eşimizi seçme
özgürlüğünde ,kendi içimizdeki ikilemlerle
hareket edip yanlış bir yola girdiğimizde ileride gene kendimize zarar
vermiş oluruz. Bizle yaşayacak çocukları yanlış yönlendirme tehlikesine
gireriz. Bu Allah'ın sarhoşluğa verdiği cezadan çok daha büyük bir cezayı sunma
sonucunu getirir.
Yaşamın dönüm noktalarında her birey önünde Allah
tarafından ufak kapılardan büyüğe doğru kapılar açılır. Burada bireyin yapabilecekleri vardır. Önemli olan
iyiyi yapabilmektir.
SİZ HİÇ ÖLMEYECEKMİSİNİZ?
Evet ölmeyecekmiş gibi yaşamak zorundasınız. Allah bu şevk ve
canlılıkla yaşamanızı bir seçenek olarak
yaratılışımızın fıtratımızın gizil bir unsuru yapmıştır.
Bana göre bu gizil unsurun bir hedefi vardır ,ölmeyecekmiş
gibi düşünme ceza korkusunu ortadan kaldırsın ve birey
tek başına yapacaklarından
sorumlu olsun. Bir nevi rahat hareket edebilme özgürlüğünde iyi/kötü
tayinini yapsın. Elma faktörü belki de
bu gizil unsurun anahtarıdır kim bilir.
Para hırsı işte bu
serbestliğin getirdiği en büyük
sorunlardan biridir. Bu serbestlikte çoğumuz bu hırsla yanlış kapılara yönelir ,kibir
,gıybet ve sayısız yürek incitici suç işleriz. Ve en önemlisi de bunların
çoğunu bilerek işleriz. Adamın iki tane fabrikası var. Faiz falan konu
etmeyeceğim. Fakir hakkı yetim hakkı bir yana, gözlerinden kibir akıyor öyle
kibir akıyor ki hissediyorum,neredeyse o kibir bana da bulaşıp ahh bende böyle
zengin olsam ikilemine giriyorum.
Halbuki onun gibi zengin olup da onun gibi olmamak değil mi aslolan. Zenginlik
nedirki? Yetim hakkı yeme diyen kitap,karşındakine yardım et diyen kitap dururken yetim hakkı yiyen o zatların acı
zenginliği artmaktadır.Kabir eziyetlerinde
o yetimlerin hakkının hesabı sorulacaktır,farkında değiller.
Kendin ol dediğimi
bencil ol anlayanlar zengin oldular mı ,Allah razı olsun diyerek bu tip adam
olurlar.Geçmişi unutan bu zatlar için gelecek acılarla doludur.
İşte tek
başına lığınız o kadar çok soruyu
cevaplandırarak sizi Allah'a ulaştıracak
ki siz kendi vücudunuza dahi iyi davranmayı öğreneceksiniz. Kendine iyi olan mutlak başkalarına da iyi
olmayı bilecektir.
Kendinizi seveceksiniz. Size verilen emaneti doğru
kullanmayı öğreneceksiniz. Yaşadığınız yerde emanet,. bedeninizde. Ve hepsinin
bir görevi olduğuna inanıp sımsıkı sarılacaksınız kendinize. Belki
göreviniz kötülere ,kibire her türlü
pisliğe karşı savaşmak. Ama siz bunun farkında değilsiniz. Önceliklerin hangisi
olduğunun tayini size kalıyor. Ama unutmayın her kişinin bir görevi olduğu bu
dünyada aynı zamanda her şeyinizle sınanmaktasınız.Herşeyinizle bunu unutmayın.
İki metrekarelik bir toprağı durduk yerde sulamak geldi ya içinizden,ya
bilseydiniz oncacık yerde milyarlarca canlının yaşadığını? Halbuki bilmeden
yaptınız o hareketi. Belkide geçmiş deneyimlerinizden belki de bilinçaltınızda kalan birkaç bilgiden. Ama
birdenbire ama tek başınıza ."TEK BAŞINIZA" suladığınız yerde
yaptığınız eylem birçok bilinmez iyiye gidiyor kim bilir.
Ölmeyecekmiş gibi yaşamak ama tek başınalığınızın gücünü bilmek.
Vucudunuzda ki binlerce mekanizmaya iyi bakmak. İster birdenbire ister bilerek.
Ben günde iki buçuk bazen üç paket sigara içen
biriydim. Ramazanlarda güya sabahları sigara içmiyordum ama sahura
kadar gene aynı paket bitiyor kendimi kandırıyordum. Bir hafta bayağı ağır bir
grip oldum. Hem hastaydım hem sigara içiyordum. Birinci veya ikinci gün sigara
koltuğun üstünden arkasına düştü. Şöyle bir düşündüm. paketi oradan ne kadar
zaman almayacağım,ne kadar dayanacağım. Kendimi sınamak istedim. Ve o paketi
oradan almadım. Sonbahardan yaza kadar devam eden bu süreç sonunda stres ve
sinirsel yıpranma ve düzensiz beslenme sonucu vücudumda bir çok olay meydana
geldi. Hatta hiç alakası yokken idrar yolları ile ilgili bir sinir bozucu teste
tabii tutuldum. Doktor arkadaşım sigarayı tam zamanında bırakmışsın ,sana iyi
ki bu konuda baskı yapmışım dedi. Yıprandım,çok yıprandım. Bir yandan sigara
bir yandan işler bir yandan bu fiziksel rahatsızlıklar sonucu bir ay bir tatil yaptım. Orada hep kendimle
baş başa hep kendimi dinledim. Halada kendimle mücadelemi sürdürüyorum.
Bunları anlatırken esas öğe, kişinin kendi vücuduna
kendisinin sahip çıkması gerektiğidir. Eylemini kendi gerçekleştirmesidir. Hadi
gel sigarayı bırakma seansına gidelim ,e hadi gel şu akupunkturcuya gidelim ile
topluluk içindeki eylemlerin başarı şansı azalır. Hele birde sigara gibi bir bağımlılık
bir hastalık konumunda bir dert varsa ortada ,bütün iş kendi başınıza
olacaktır.
Belirli bir yaşa geldiğinizde, şöyle bir arkanıza bakma
ihtiyacı duyarsınız.İllede gece yarısı kafanızı uyumak için yastığa
koyduğunuzda olur. Hep bir muhakeme içerisindesinizdir. Şunu yapmasaydım şu
olmasaydı ,şu kişiye haksızlık ettim vs. gibi. Bunlar sizin
biriktirdiğiniz yanlışlardır.
Benliğinizi rahatsız etmeye başladıkları vakit,yakında büyük bir kasırga
geliyor demektir. Bu kasırgada sizin
alacağınız yara ,biriktirdiğiniz yanlışların
boyutuna göre size Yüce Allah tarafından verilecek derstir. Kendine
,çocuklarına,ailene, yanlış yapmamaya çalışmak gerekmektedir. İşinde haramdan
kaçınmak ana kural olmalıdır. Yetim hakkı yememek şarttır. Yanlış olduğunu
bildiğin bir şeyin vicdani sorgusunu yaptıktan sonra ,kime karşı bunu yaptıysan
o an içinde bulunduğun duygularını açmak zorundasın. Örneğin karısını aldatan bir kişi, her şeyi göze alarak bunu karısına söyleyebilmelidir. Eksik tartan
birisi bir dahaki sefer yanlıştan dönüp aynı ölçünün fazlasını tartabilmelidir. Haram olduğunu
idrak edip haram yiyen birisi bu yanlışından dönüp yediğini iade edecek yolları
aramalı bulmalıdır. Kısaca yanlışlar biriktirilmemelidir. Ders veya ceza , ilk
önce kişi kendi kendine verecektir. Vermelidir. Eğer Allah'ın dersi veya
cezasının gazabından korkuyorsanız
,yanlış olduğuna inandığınız bir yanlış için kendinize ceza vermeyi
öğrenmelisiniz. Bu o kadar basit de olabilir çok büyük de olabilir. Yeter ki af
dilemeyi,kendinizi sınamayı sorgulamayı cezalandırmayı bilin. Türk tasavvufunda
bunun gibi bir çok örnek vardır. Benim bu düşüncelerim kendimin düşünceleridir.
Kendim bu yolu uyguluyorum. Burada şu kolaycılık mantığında olmayın. Ben
hırsızlık yapayım,bunu söyleyeyim. Yada
ben haram yiyeyim bunu
söyleyeyim. Kurtulayım. Yukarıda anlatmak istediğim ana konu önce kafada
temizlenmektir. Yoksa cezasız kalınacak falan değildir. Bir gün kirli
kalmakla on beş gün kirli kalmak aynı
şey değildir. İkinci gün yıkanınca, için yıkandı,organlarında yıkandı demek değildir. Temel öğe saf arı ruh temizliğine
ulaşabilmenin yollarıdır. Bazı düşünürler insan ergenliğinden itibaren
kötüdür,o yüzden halvete kapanıp arınması yada daha değişik metotlar
sunmuşlardır.
Ama o vakit insanın özgür iradesi,görevleri ve sınanması
mümkün olabilir mi ?Daha da evrensele yayılamayıp,küçük veya bir grubun
çemberinde kalmak olmaz mı?
Dedim ya ,yanlışlar birikmesin. Çocuklarınız arasında bile
ayrım yapmayın diyen yüce Allah sizin çocuklarınızı bile ayrıma düşürerek sevebileceğinizi bunun gerçek ,öz,saf insan boyutuna ulaşmaya engel olacağını böyle bir sevginin sevgi olmayacağını bilip
de ,sizin ona ben ettim sen etme diye uyduruktan laflarla ,dualarla,ibadet ile
kandırabileceğinizi mi düşünüyorsunuz?
Her şeyi yapayım ama,af dileyim ibadet edeyim kurtulayım mantığı
ile bir yere varamazsınız. Önce kendin
olmayı öğreneceksiniz. İnanın bana insanın
kendi kendini affedebilmesi kadar zor bir şey yoktur. Kendinizi
kandırmadan kendinizi affetmekle işe başlayın. O zaman yanlışlarınızı biriktirmemeyi öğrenirsiniz.
Bir aynaya bakıp da ,sırtınızı birden dönün. Şöyle bir
vücudunuza bakın. Sanki bu vücut sizin
değil gibi gelir bazen,bunu hissedersiniz. Yüreğiniz dostum yüreğinizi
çalıştırın.Vucudunuzu eleştirin. Eleştirmekten korkmayın. Yanlış yapanı
eleştirin,kendinizi eleştirin,okuduğunuz kitabı eleştirin. Zaman geçtikçe
göreceksiniz o yüreğinize ulaşacaksınız.
Bir ağacın, bir dağın , Allah'a
eğilişini hissederek görebileceksiniz. Kendinizin şu koca dünyada ne
kadar küçük olduğunuzu anlayacaksınız. Parayla dünyayı satın alabileceğini
düşünen,yada herşeyi paraya endeksleyen vucutların bir gün nasıl perişanca yok olacağını
göreceksiniz.Bazı dostlar soruyorlar,e öyleyse para niye var? Para , Allahın bizi
belirli evrelerde sınadığı bir
oyuncaktır .Yetinme dersi verir.Vermez.Fazla
verir. Tüm bu evrelerde en önemli etken hırsa kapılıp yanlışlara
kapılmamakdır.
Kibir,haram,horgörme,vucut satınalma gibi bir çok yanlış bu hırsla
çoğalır. Bu düşünce ve fıtratımıza uygun güzel bir kızılderili sözü var
,derki ; "Yalnızca son ağaç kesildikten sonra,son ırmak zehirlendikten,son
balık yakalandıktan sonra ,ancak ondan sonra paranın yenmeyeceğini anlayacaksınız."
Kibirden haramdan
kaçının. Çok paranız var gibi
hissettiğiniz çok anlar yaşarsınız hayatınızda .Her kişiye Allah hissettirir
bunu. Geçen bayram yetimhaneden bir çocuk kapıyı çaldı.Bayram harçlığı
uzattım.Yok Tuğrul amca ben şey için geldim. E ben bayram harçlığımı
topladım,güvenecek kimsem yok sende
kalabilirmi ,çok parada korkuyorum. Baktım
paraya onmilyon.
Önemli olan bu anlarda,sınandığınız anlardaki tavrınızdır.
Bazıları kendilerinde yokken dahi verirler.Ailesinin çoluğunun çocuğunun
hakkını. Buda yanlıştır.Para bir denge unsurudur.O çok verene ,gereksiz verene
Allah daha çok verirse yanlışa ulaşma,yapamadığını yapma isteği daha fazla olacağı için bu kişiler hep
yetinme dersi ile verir evresinde kalırlar.Kendilerinin düşündüğü fazla verir
evresine bir türlü geçemezler.Gene
burdan çıkan sonuçlar gösterirki,Allah herşeyi bilir.Herşeyi duyar,herşeyi
görür. Rızkınız bellidir.Rızkınız için eziyet çekecekseniz
çekeceksinizdir.Kimbilir belkide biriktirdiğiniz bir yanlışın cezasını
çekmektesiniz kimbilir.

Tam yedisenedir
araştırdığım ,okuduğum ve yazdıklarımı
paylaşma vakti geldi. Öncelikle bir
durumu vurgulamak istiyorum. Bana nedir bunları yazmakdaki amacın diye
sorma hakkını kendinde bulan bir büyüğüm , on gün sonra mezheplerle ilgili bir
yazıyı bana sundu. Yaşam işte böyle bir
şey. Amacınızın ne olduğunu öyle bir an gelir ki, siz dahi bilemezsiniz. Tıpkı
benim gibi. Tıpkı suladığınz bahçenin topraktaki milyonlarca canlıya hayat vermeniz gibi. O yüzden amaç sormak yerine yaşamı ,nereden gelip
nereye gittiğimizi sorgulamak , kendimizi
sorgulamak ki bu çok önemli, çünkü bakıyorum hala inancını şekillendirememiş
bazı konulardaki bilgi eksikliğine rağmen bilgiç tavırlara girilmiş bir
durumda çoğumuz. O yüzden neye inandığınızı bilmeniz açısından
kendinizi sorgulamanız gerekmektedir. Kendinizi şu makinenin şu materyal çemberin dışına atın. Siz kendi vucudunuza
kardeş olamadıktan sonra ,Dünyayı evrensel kardeşlik içerisinde ne tutabilir
bir düşünün .
Yüreğinizin perdesini açın ,Umarım Allah o perdeyi
kapatmamıştır.
Ertuğrul
ÇINAR
Aralık
2000