29 Aralık 2012 Cumartesi

Felsefe= Eleştirmektir...


Bana hangi çağda daha çok yaşamak isteseydin diye sorulsaydı ; Sokrates ,Platon idealizm dönemi ile Aristonun metafizik dönemi arsında gidip gelmeyi tercih ederdim.
Sokrates döneminde insanların çoğunun ulaşamadığı gerçekleri bu büyük üstatlar bulmuşlardı. Bireylerin çıkar çatışmalarının etkisine gimiş olan  ve bir gerçeğin ortasında yaşayan ‘insan’ her şeyin ölçüsü olmuştu.
Sokrates in dehası  bu gerçeğin sonucu yeni oluşumları ortaya çıkartarak,araştırıcılar çağını  aklın gereğine uyan bilimsel gerçekleri bulma  dönemini başlattı.
Sokrates sahte bilgilere kapılmadığı için yeni ürünler oluşturmaya çalıştığı için bilgeydi.
Doğrunun  ve adaletin  savunucusu olmak onun için ana temaydı.Sokratesi dinsizlikle suçlayıp ona baldıran zehiri içirtip öldürten zihniyet bugün yokmudur..Elbette varlar..

Sokrates tutucu ,sabit araştırmadan yoksun ruhların etkisinde kalan bazı zavallıların aksine  ,Platonun da büyük özverisi ile  felsefenin  ve düşüncenin  temelini kurabildi.
Duyulan dünya ve düşünülür dünya arasındaki farkı belirtip,insanın bu basamaktaki işlevini ortaya koymak ,Platonun mağara alegorisnde açıklandı.

‘’Buna göre duyulur dünya ile düşünülür dünya arasındaki farkı belirtmek bir filozofun görevidir.Düşünülür dünya bir mağara tarafından temsil edilmektedir.Bu mağarada zincire vurulmuş ,yüzlweri duvara dönük tutsaklar(sıradan insanlar)arkada bulunan az bir ateşle aydınlanırlar.Ve ateş arkası gölgeleri(yanlış bilgi) gerçek boyutmuş gibi görüp inanırlar.
En arkada ‘gün ışığı’ vardır. Tutsaklardan biri serbest bırakılır.Mağaradan çıkmaya zorlanır.Acı içindeki tutsak gün ışığına  dek ulaşır.Gözlerindeki gerçeğe sonunda kendiside inanır.Ve o tutsak mağaraya döndüğünde ,kimse ona inanmayacak , yok edilmek istenecektir.Tıpkı Sokrates gibi.. İşte gün ışığını gören o tutsak ‘filozof’dur.’’

İnsanı çevreleyen hareketli değişken dünya hakkındaki  bilginin gelişimi bence Platon ile başlamıştır.Çünkü bilimi izlenim ve gözlemden alıp izlenim üzerindeki akıl yürütmeye taşıyan doğru bir rota izlemişdir.Buda platonun esasıdır.
Ruh esasını kabul edip ruhlar arsında hiçbir fark olmadığını söylemek  aptallık olur. Her insan her insanla fiziki olarak bile farklıyken..

Platon ile bu basamağı atlayıp, Aristo ya ulaştığımızda yavaş yavaş bilge gerçeğinin ,insan temasının öncü düşünürler ile yol aldığını görürüz.
Fiziki dünyadan ,bedenin çürümüş dünyasına kadar olan değişkenliği Aristo ile incelediğimizde ilk bilim olan inanç bilimi ,Tanrı bilimi  ile varlık esasına dayanan varlık bilimini ele almış ve metafiziği oluşturmuştur.

Düşüncelerin yorumu temel olarak varlık  esasına dayanır..Zaten düşüncenin ve uzantısı felsefenin konusu varlık dır.
Her düşünce adamı birbirini eleştirerek bir noktaya ulaşmıştır.
Tarihte her biri saygı ile anılacak  düşünce adamlarının ortak noktaları,birbirlerini çokca eleştirip,yanlışlarını bulmalarından sonra saygınlık kazanmalarıdır.
Rönesans felesefesine Brunosuna Böhmesine Eflatunun büyük etkileri vardır.İslam felsefesine gene Eflatun ve öğrencilerilerinin Farabiye,İbn-i Sina ya ,İbn-iRüşde ,El kindiye büyük etkileri olmuştur.

Tüm yüce düşün adamları bilgeler farklı düşünerek farkı bulmaya çalışmıştır. İnsanları aynı şeyleri düşünmeye zorlayarak değil..
Aristodan sonra oluşan Stoacılık  mutluluk erdemini kişiye bağlamış ve şu önemli tespiti vurgulamıştır. ‘İnsan tek başına düşündükçe mutlu olacaktır.’Ve elde ettiği erdemi yayarak toplumsal mutluluk oluşacaktır.

Bu yüce düşün bilgeleri idare konusunda da farklı düşünmüşlerdir.Bunları tek tek incelediğimde, çok önemli bir hususa şahit oldum..:

‘’Her doğal olgunun bu evrende kendine özgü bir yeri var…Ve her bireyinde toplumsal düzende belli bir yeri var’’

Bu ulviler ve düşün adamları doğal hareket ve hareketli cisimleri birbirinden ayırıp hareketdeki değişimleri inanılmaz gören o mağara tutsaklarınca yok edildiler,asıldılar,öldürüldüler.
 O ulvilerin içindeki ‘sofist’akım sanki bugünün ülkelerine mesaj veriyor gibi ‘’ADALETSİZLİK YAPMANIN ,ADALETSİZLİĞİ ÇEKMEK ZORUNDA KALMAKTAN DAHA İYİ OLDUĞUNU DÜŞÜNDÜKÇE,ADALET KALMAZ.’’

19.yy sonrası oluşan İdealizm  ,nesnel öznel ayrımlarına girerken Hegelin mutlak idealizm teorisyle bir çığır daha açmıştır. Hegelden sonra peşisıra gelen yenilikçilik Marx ile sınıfsız toplum ve tarih ile bağlantılı diyalektik kuramı ile ilerlemiş gözüksede  gerçekte sınıfsız  toplum dışındaki düşüncelerin izleri çok eskilere dayanır..

Bugün düşünce üretiminin yoksunluğunun ana sebeblerinden biri varlık konusunu esas alan felsefi düşüncenin Marx dan sonra toplum ve birliktelik kurallarını beraber işlemesinin büyük etkisi vardır.

İnsan - varlık  ulvi düşün adamlarından sonra bilinç,nesne,özne terimlerine uygun yapılacak araştırmalardan uzak kalmıştır.Bilimin bugün hızlı gelişimi ve insanın ne olduğu konusunda  ne olacağı konusunda  sorunlar arttıkça 19.yy düşünce ve felsefesinin  önümüzdeki yıllarda daha çok eleştiri alacağı görülmektedir..

Sokrates den bu yana ..Eleştiri olmalı ki ..Düşünceler gelişsin..Yenilikler doğabilsin.. Düşünceler hala zehirle yok edilmesin..  Teknoloji gelişti diye biz gelişmiyoruz…Biz düşüncemizle gelişebiliriz..Mutlu olabiliriz…

Ertuğrul Çınar  
‘’90 lardan…’’

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder