Bana hangi çağda
daha çok yaşamak isteseydin diye sorulsaydı ; Sokrates ,Platon idealizm dönemi
ile Aristonun metafizik dönemi arsında gidip gelmeyi tercih ederdim.
Sokrates döneminde
insanların çoğunun ulaşamadığı gerçekleri bu büyük üstatlar bulmuşlardı.
Bireylerin çıkar çatışmalarının etkisine gimiş olan ve bir gerçeğin ortasında yaşayan ‘insan’ her
şeyin ölçüsü olmuştu.
Sokrates in
dehası bu gerçeğin sonucu yeni
oluşumları ortaya çıkartarak,araştırıcılar çağını aklın gereğine uyan bilimsel gerçekleri bulma dönemini başlattı.
Sokrates sahte
bilgilere kapılmadığı için yeni ürünler oluşturmaya çalıştığı için bilgeydi.
Doğrunun ve adaletin
savunucusu olmak onun için ana temaydı.Sokratesi dinsizlikle suçlayıp
ona baldıran zehiri içirtip öldürten zihniyet bugün yokmudur..Elbette varlar..
Sokrates tutucu
,sabit araştırmadan yoksun ruhların etkisinde kalan bazı zavallıların aksine ,Platonun da büyük özverisi ile felsefenin
ve düşüncenin temelini kurabildi.
Duyulan dünya ve
düşünülür dünya arasındaki farkı belirtip,insanın bu basamaktaki işlevini
ortaya koymak ,Platonun mağara alegorisnde açıklandı.
‘’Buna göre
duyulur dünya ile düşünülür dünya arasındaki farkı belirtmek bir filozofun
görevidir.Düşünülür dünya bir mağara tarafından temsil edilmektedir.Bu mağarada
zincire vurulmuş ,yüzlweri duvara dönük tutsaklar(sıradan insanlar)arkada
bulunan az bir ateşle aydınlanırlar.Ve ateş arkası gölgeleri(yanlış bilgi)
gerçek boyutmuş gibi görüp inanırlar.
En arkada ‘gün
ışığı’ vardır. Tutsaklardan biri serbest bırakılır.Mağaradan çıkmaya
zorlanır.Acı içindeki tutsak gün ışığına
dek ulaşır.Gözlerindeki gerçeğe sonunda kendiside inanır.Ve o tutsak
mağaraya döndüğünde ,kimse ona inanmayacak , yok edilmek istenecektir.Tıpkı
Sokrates gibi.. İşte gün ışığını gören o tutsak ‘filozof’dur.’’
İnsanı çevreleyen
hareketli değişken dünya hakkındaki
bilginin gelişimi bence Platon ile başlamıştır.Çünkü bilimi izlenim ve
gözlemden alıp izlenim üzerindeki akıl yürütmeye taşıyan doğru bir rota
izlemişdir.Buda platonun esasıdır.
Ruh esasını kabul
edip ruhlar arsında hiçbir fark olmadığını söylemek aptallık olur. Her insan her insanla fiziki
olarak bile farklıyken..
Platon ile bu
basamağı atlayıp, Aristo ya ulaştığımızda yavaş yavaş bilge gerçeğinin ,insan
temasının öncü düşünürler ile yol aldığını görürüz.
Fiziki dünyadan ,bedenin
çürümüş dünyasına kadar olan değişkenliği Aristo ile incelediğimizde ilk bilim
olan inanç bilimi ,Tanrı bilimi ile
varlık esasına dayanan varlık bilimini ele almış ve metafiziği oluşturmuştur.
Düşüncelerin yorumu
temel olarak varlık esasına
dayanır..Zaten düşüncenin ve uzantısı felsefenin konusu varlık dır.
Her düşünce adamı
birbirini eleştirerek bir noktaya ulaşmıştır.
Tarihte her biri
saygı ile anılacak düşünce adamlarının
ortak noktaları,birbirlerini çokca eleştirip,yanlışlarını bulmalarından sonra
saygınlık kazanmalarıdır.
Rönesans
felesefesine Brunosuna Böhmesine Eflatunun büyük etkileri vardır.İslam
felsefesine gene Eflatun ve öğrencilerilerinin Farabiye,İbn-i Sina ya
,İbn-iRüşde ,El kindiye büyük etkileri olmuştur.
Tüm yüce düşün
adamları bilgeler farklı düşünerek farkı bulmaya çalışmıştır. İnsanları aynı
şeyleri düşünmeye zorlayarak değil..
Aristodan sonra
oluşan Stoacılık mutluluk erdemini
kişiye bağlamış ve şu önemli tespiti vurgulamıştır. ‘İnsan tek başına
düşündükçe mutlu olacaktır.’Ve elde ettiği erdemi yayarak toplumsal mutluluk
oluşacaktır.
Bu yüce düşün
bilgeleri idare konusunda da farklı düşünmüşlerdir.Bunları tek tek
incelediğimde, çok önemli bir hususa şahit oldum..:
‘’Her doğal olgunun bu
evrende kendine özgü bir yeri var…Ve her bireyinde toplumsal düzende belli bir
yeri var’’
Bu ulviler ve düşün
adamları doğal hareket ve hareketli cisimleri birbirinden ayırıp hareketdeki
değişimleri inanılmaz gören o mağara tutsaklarınca yok
edildiler,asıldılar,öldürüldüler.
O ulvilerin içindeki ‘sofist’akım sanki
bugünün ülkelerine mesaj veriyor gibi ‘’ADALETSİZLİK
YAPMANIN ,ADALETSİZLİĞİ ÇEKMEK ZORUNDA KALMAKTAN DAHA İYİ OLDUĞUNU
DÜŞÜNDÜKÇE,ADALET KALMAZ.’’
19.yy sonrası oluşan
İdealizm ,nesnel öznel ayrımlarına
girerken Hegelin mutlak idealizm teorisyle bir çığır daha açmıştır. Hegelden
sonra peşisıra gelen yenilikçilik Marx ile sınıfsız toplum ve tarih ile
bağlantılı diyalektik kuramı ile ilerlemiş gözüksede gerçekte sınıfsız toplum dışındaki düşüncelerin izleri çok
eskilere dayanır..
Bugün düşünce
üretiminin yoksunluğunun ana sebeblerinden biri varlık konusunu esas alan felsefi
düşüncenin Marx dan sonra toplum ve birliktelik kurallarını beraber işlemesinin
büyük etkisi vardır.
İnsan - varlık ulvi düşün adamlarından sonra
bilinç,nesne,özne terimlerine uygun yapılacak araştırmalardan uzak kalmıştır.Bilimin
bugün hızlı gelişimi ve insanın ne olduğu konusunda ne olacağı konusunda sorunlar arttıkça 19.yy düşünce ve felsefesinin önümüzdeki yıllarda daha çok eleştiri alacağı
görülmektedir..
Sokrates den bu yana
..Eleştiri olmalı ki ..Düşünceler gelişsin..Yenilikler doğabilsin.. Düşünceler
hala zehirle yok edilmesin.. Teknoloji
gelişti diye biz gelişmiyoruz…Biz düşüncemizle gelişebiliriz..Mutlu olabiliriz…
Ertuğrul Çınar
‘’90 lardan…’’
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder