30 Aralık 2012 Pazar

Yeni yılda Yeni Dünya


Gariptir bu dünya..Zaman içinde insan ,toplum hatta ülkeler büyük değişkenliklere girebilir..
İnsan gibidir dünya… Yüzyıllar önce silah da dev olan ülkeler , şu an yok olabilir Portekiz gibi..Ekonomide çok zayıf olan ülkeler ,devler sırasında elli basamak yükselebilir.Endonezya,Hindistan gibi..
Bir Japonya,Bir Almanya.. tek tek ülkeleri tarihleri incelediğinizde gariplikleri  daha net sezersiniz..
Japonya  ;kültürel değerleriyle ,teknolojik gelişimi üst üste oturtup bu garipliklerin başını çekenlerden olmuştur  hep..Almanya taş üstüne taş kalmayan  hatta erkek kalmayan bir savaştan çıkıp  bir sanayi devine ulaşan  gariplerdendir..
 A.B.D kendi kendini kırıp döktüğü iç savaşı sonrası herkesi sefaletin üstüne bir devasa emperyal olguyu kuran gariplerdendir..
Bedevi Arapların bulunan kara su ile, bir şımarık  zengin konumuna gelmesi daha da garipliklerden..
Öyle çok bilinmeyen olan bir dünyada ,biz her şeyi bilinir gibi davranıyoruz.. 

Dünyanın bir yaşayan canlı güç olduğunu hissedemiyoruz.. Bugünün gerçeği ile yarını düşlüyor..Yarın  kapımızı çalınca afallıyoruz.. Oysa zaman çok hızlı akıp gidiyor…
İnsan beyninin gücüne inanmıyoruz..Çevrenin doğanın haklarına inanmıyoruz…
Değerlerimize ,çevremize sahip çıkmadan biraz olsun geceleri yıldızlara bakıp ben niye buradayım  veya nerdeyim ben diye düşünüp sorgulamadan kalırsak,
Dün tepelerine atom yağan garip Japonların  adalarının  birinde  bugün 90 larda 7 hektar alanda 14 bin metrekareye suni deniz oluşturan ve onbinlerce japonun suni denize girmesini sağlayan güce ulaşmasını şaşkınlıkla izleriz..

Topraktaki kurt bile kendi toprağını koruma mücadelesi veriyor..Onun doğal ortamını sağlıyor..Biz ne yapıyoruz.Solumak bile nefes almak bile zorlaşıyor farkında değiliz..İsveç smaland eyaletine kara kar yağdırıyoruz.. Ren sularını öyle kirletmişizki en dayanıklı yılan balıkları bile yaşamaz hale gelmiş..Tüm kirli atıklar denizlere..Okyanuslara.. 
Dünyamızdaki oksijenin 1/5 ini üreten ‘Plankton’ denilen okyanuslardaki bitki magması bile yok olmaya mahkum olmuş.. 
Amerika da her yıl yol şebekeleri için 400 bin ağaç yok ediliyor..Yapılan yollarda tüketilen zehirli gazların oluşturduğu kirlilik ayrı.. Bazı barajlarda toplanan suların ekolojik dengeyi bozduğunu ,ayrıca   yer altına verilen kimyasal atıkların sasıntılar için bir risk olduğu söylenmekte..
Sınırlı su ve besin kaynaklarımızla, dünyamızı sınırsız büyüme istemi ile yok edenlere karşı çıkmamak bir insanlık suçudur..
Silahlanmanın hızla arttığı ve mutlak bir savaş öngören bu dünya  idarecilerini başımızdan atmadan  bu dünya kurtuluşa eremez… Burada el ele ,tüm dünya insanlarının hiçbir fark gözetmeden dayanışması gereklidir.. Tek bir siyasi kalıp veya görüşün etkisinde değil..

Dünya insanları ,dünyayı yeniden kurtarmak için topraktaki kurt gibi topraklarına sahip çıkmalıdır..Dünya kardeşliği ,bizi bir sona götüren güç odaklarının yok olması ile mümkündür..Bu güç odaklarının başı sonu bellidir…Zihnimizi ele geçirdiler sustuk..Toprağımızı ele geçirdiler sustuk..Dünyamızı yok ediyorlar yeter demeliyiz bu yeni yılda artık..
Bizi yok sayıyorlar..Oysa biz halkız ..Gariplikleri onlara yaşatmak için dünyamızın ve yaratıcımızın  bize desteği olur…Yeter ki topraktaki kurt kadar olalım..


Demoskratosmu? Tirankratosmu?


Demokrasi Yunanca ‘’Demos’’ yani halk ile ‘’Kratos’’ yani otorite den çıkan birleşimi ile Demoskratos Halkın otoritesi demektir. Herkes DEMOSKRATOS dan yana gözükür ..Yana olmak ile gerçeği uygulamak çok farklı oysa.

İlk yunan toplumunda ortaya çıkan demokrasi ilk doğumunda Tirankratos adını almıştı.(Halkın tuttuğu diktatör).Komik gibi gelir ,şimdi ama o güne göre monarşik düzene başkaldırı  sayılan halkın tuttuğu diktatör tirankratos kavramı  demokrasi sayılmıştı.
Ve bu tür demokrasi  ticareti,bilimi,ve düşünceyi geliştirdikçe  çok büyük zengin mal mülk edinmiş insan toplulukları oluştu. Ve halk oylarını para ile satın alan  bu guruplar yönetimi ele aldı ..
Demokrasiyi savunan  ve gerçekleştiren , bugünün orta sınıfı denilen küçük mülk sahipleri  ise azınlıkta kaldı.
Daha sonrada tıpkı  bizim askeri ihtilaller gibi , bir komutan çıkıp (Perikles) her şey yok oldu.

Halkın iradesidir ..Oyudur deyip..Bir yönetim şeklini demokrasi diye tek olarak tespit etmek mümkün değildir. Demokrasi dünyada çeşit çeşit uygulanmaktadır. ABD de Fransada İngilterede  seçim sistemi farklıdır.Yasama,Yürütme ve yargı güçlerine dayanan haklara göre de demokrasi farklılıklar oluşturur..
Ayrıca ‘’ genel oy hakkı’’ bence bu çağda halkın gerçek demokrasisini yansıtmıyor. Demokrasiyi bir bütün halde düşünmeden, halkın gerçek otoritesinden söz etmek mümkün değildir.

Partilerin sultasından çıkıp  toplumun her katmanına seçimi götürebilmek kimsenin işine gelmez..  Biz şu anda dünyada TİRANKRATOS dönemini tekrar yaşıyoruz.. Yani diktatörler ve onların zengin ettiği kesimler tarafından idare ediliyoruz… Oy için bize seçenek sunuyorlar, bizde ilk çağlardaki insanlardan daha zavallı bir şekilde koyun koyun gidip seçiyoruz..Seçtiğimizin kim olduğunu dahi bilmeden..

DEMOSKRATOS dönemine ulaşabilmemiz için  , zor ve uzun çabalar dönemine girdik..Gerçek halk yığınlarının söz sahibi olması  için, çok ama çok  çaba gerekmekte …

Ertuğrul Çınar



29 Aralık 2012 Cumartesi

Tutuculuk


İnsanın düşünceleri geçmiş ve gelecek üzerine şekillenir..Geçmiş düşünceleri ağır basanlara bizim toplumumuzda ‘gerici’ denir.Bence çok yanlış.. Asıl tutuculuk geleceğe dönük düşünceleri düşünememek,engellemek ve bugünü yaşamaktır.
 Geçmiş düşünceleri ağır basanlar duygusaldır.
Bazıları tutuculuğunu toplumcu hareket ve bir ideoloji kıskacında kalarak saklamaya çalışır.Bunların çoğu da beni olumsuz etkilemişlerdir. Ben otuz senedir kendi kendime yazar,not alırım.. Felsefe ile ,Edebiyat ile  ve diğer araştırmalarla ilgili yazılar yazarım..Şiirler yazarım..Ben kimimki benim her yazdığım doğru olacak.. Ben bundan beş sene önce yazdıklarım ile bugünün gerçeğinde kendi kendimle tartışırken,bu zat-ı alimler yirmi  otuz yıl önce yazdıkları ile bugünü değerlendirip özeleştiri yapamıyorlar..Buna şaşıyorum..
Gene bazıları der ki toplumlar bazı kurallar koyar zaman içinde bunlara insanlar uyar..

Oysa ilk kuralları ilk ler oluşturur.Toplum benimserse kurallaşır.. Çoğu ilk, ilk  adaptasyon sürecinde zamanın ruhuna orantılı topluma ters gelir.Toplum o ilki  hep karşısına alır..
İlk uçağa binmek… İlk tv de seks filmi…İlk mayo ile denize girmek…İlk….ilk ilk...
Neden? Çünkü toplum toplumcu hareketle yetiştirilmiş onunla büyütülmüştür.Tutuculuğun özü de budur.

Her yerde söylerim… ‘’Köpeğe toprak altına  pisliğini gizlemeyi köpek toplumumu öğretti’’ Toplum her zaman doğru rotada gitmez..Hatta çoğu zaman yanlış yoldadır.. 

Hz. Muhammedin en önemli felsefesi büyük bir devrimci ruhu  zamanın tutucu araplarına haykırmasıdır.

O yüzden ilk anda size çok farklı gelen düşüncelere hemen karşı çıkmayın…Geçmişi bilin.Geleceğe sarılın..Bugünde kalmayın…
Bugünde kalan kaybeder..

90 lardan…E.Ç.

Ben kimim?


Bir insanı,bir düşünceyi,bir kitabı,bir müzik türünü,bir oyunu,bir filmi…..Böyle uzarda gider…İllede tümüyle sevmek mi zorundayım..Bence değilim..Bir yanını sevebilirim  öte yanını sevmeyebilirim..
Bir insanın sevmediğim yanları olabilir..
Politikacı olsa,işçi olsa,sanatçı olsa bir yanıyla sevdiğim yanları olabilir..  Bir düşüncede eleştirebildiğim sevmediğim yanlar olabilir…Onayladığım yanlar olabilir.. Sevmediğim yanlar olduğu için o düşünceyi yok saymam mümkün mü? Doğrumu..Ya da bir insanı ve yukarıda saydığım tüm olguları…

Neden bir kitabın tüm bölümlerine inanayım.Neden bir politikacının veya bir ideolojinin  tüm düşüncelerini olduğu gibi kabulleneyim.. Ben kimim? Benim hiçbir düşünsel yapım,sorgulama safham yok mu?
Hiç fikir üretip ,değerlendirmemi kendi katmanlarımda süzmek yok mu?
Bir yazar öyle dedi diye,o yazarın tüm dediklerine inanmak zorunda mıyım..

Çoğunuz gençliğinizde şiir yazmışsınızdır..O şiirleri yazarken dikkat ettiniz mi? Herkesin aynı şeyleri şiir olarak yazarken dahi ,yazılan şiir diğerine benzemiyor..

Parmak iziniz farklı…Yüzünüz farklı..Beyninizin farklı yönleri yok mu?

Tamam ortak düşünelim..Ortak idealler üretelim..O idealler uğruna dünya savaşları göze alalım..Yönetim değişiklikleri için kan dökelim..  Bumudur insan olmanın erdemi?

Alman komünistleri Ocak 1919 da ayaklandığında, onları bastıranların  ‘reformcu sosyalistler’ olduğunu liderlerinin onlar tarafından öldürüldüğünü ,1927 de Enternasyonal komünist olmayan herkesi faşist ilan ettiğinde  bu kez sosyal hain sosyal faşist diye ilan ettikleri reformcu sosyalistlere yoğun saldırılar olduğunu  ve bu iki tokat gibi olaydan sonra iktidara 1933 de Almanya Nazilerinin geldiğini bilmiyormusunuz? Bu ne yaman çelişki değilmi?

Ya Fransa da Sosyalist,Komünist,Radikal koalisyon  1936 da iktidara geldiğinde iş başına gelir gelmez 2 milyon insanın grevi ile şaşkına dönmesini ve koalisyonun  haftada 40 saat çalışma, 15 gün izin haklarını vermek zorunda kalmasını bilmiyormusunuz?

Bunun gibi sayısız kan örneği var.. Demokrasi nutukları atanların savaşlarının izleri var..
2.Dünya savaşı faşizmi  sonucu 40 milyon insanın ölümüne yol açmadan önce iktidarlarda kimler vardı?
Demokrasi kötümü? Değil… Sosyal olan her şey kötümü değil….
Ancak radikal olmadan ..Saplantılara girip kafeslenmeden…Haksızlık nerede varsa eğer gerçekten haksızlık ise karşı çıkarak…Ocu bucu şucu değil İnsan olarak…

Ertuğrul Çınar

Felsefe= Eleştirmektir...


Bana hangi çağda daha çok yaşamak isteseydin diye sorulsaydı ; Sokrates ,Platon idealizm dönemi ile Aristonun metafizik dönemi arsında gidip gelmeyi tercih ederdim.
Sokrates döneminde insanların çoğunun ulaşamadığı gerçekleri bu büyük üstatlar bulmuşlardı. Bireylerin çıkar çatışmalarının etkisine gimiş olan  ve bir gerçeğin ortasında yaşayan ‘insan’ her şeyin ölçüsü olmuştu.
Sokrates in dehası  bu gerçeğin sonucu yeni oluşumları ortaya çıkartarak,araştırıcılar çağını  aklın gereğine uyan bilimsel gerçekleri bulma  dönemini başlattı.
Sokrates sahte bilgilere kapılmadığı için yeni ürünler oluşturmaya çalıştığı için bilgeydi.
Doğrunun  ve adaletin  savunucusu olmak onun için ana temaydı.Sokratesi dinsizlikle suçlayıp ona baldıran zehiri içirtip öldürten zihniyet bugün yokmudur..Elbette varlar..

Sokrates tutucu ,sabit araştırmadan yoksun ruhların etkisinde kalan bazı zavallıların aksine  ,Platonun da büyük özverisi ile  felsefenin  ve düşüncenin  temelini kurabildi.
Duyulan dünya ve düşünülür dünya arasındaki farkı belirtip,insanın bu basamaktaki işlevini ortaya koymak ,Platonun mağara alegorisnde açıklandı.

‘’Buna göre duyulur dünya ile düşünülür dünya arasındaki farkı belirtmek bir filozofun görevidir.Düşünülür dünya bir mağara tarafından temsil edilmektedir.Bu mağarada zincire vurulmuş ,yüzlweri duvara dönük tutsaklar(sıradan insanlar)arkada bulunan az bir ateşle aydınlanırlar.Ve ateş arkası gölgeleri(yanlış bilgi) gerçek boyutmuş gibi görüp inanırlar.
En arkada ‘gün ışığı’ vardır. Tutsaklardan biri serbest bırakılır.Mağaradan çıkmaya zorlanır.Acı içindeki tutsak gün ışığına  dek ulaşır.Gözlerindeki gerçeğe sonunda kendiside inanır.Ve o tutsak mağaraya döndüğünde ,kimse ona inanmayacak , yok edilmek istenecektir.Tıpkı Sokrates gibi.. İşte gün ışığını gören o tutsak ‘filozof’dur.’’

İnsanı çevreleyen hareketli değişken dünya hakkındaki  bilginin gelişimi bence Platon ile başlamıştır.Çünkü bilimi izlenim ve gözlemden alıp izlenim üzerindeki akıl yürütmeye taşıyan doğru bir rota izlemişdir.Buda platonun esasıdır.
Ruh esasını kabul edip ruhlar arsında hiçbir fark olmadığını söylemek  aptallık olur. Her insan her insanla fiziki olarak bile farklıyken..

Platon ile bu basamağı atlayıp, Aristo ya ulaştığımızda yavaş yavaş bilge gerçeğinin ,insan temasının öncü düşünürler ile yol aldığını görürüz.
Fiziki dünyadan ,bedenin çürümüş dünyasına kadar olan değişkenliği Aristo ile incelediğimizde ilk bilim olan inanç bilimi ,Tanrı bilimi  ile varlık esasına dayanan varlık bilimini ele almış ve metafiziği oluşturmuştur.

Düşüncelerin yorumu temel olarak varlık  esasına dayanır..Zaten düşüncenin ve uzantısı felsefenin konusu varlık dır.
Her düşünce adamı birbirini eleştirerek bir noktaya ulaşmıştır.
Tarihte her biri saygı ile anılacak  düşünce adamlarının ortak noktaları,birbirlerini çokca eleştirip,yanlışlarını bulmalarından sonra saygınlık kazanmalarıdır.
Rönesans felesefesine Brunosuna Böhmesine Eflatunun büyük etkileri vardır.İslam felsefesine gene Eflatun ve öğrencilerilerinin Farabiye,İbn-i Sina ya ,İbn-iRüşde ,El kindiye büyük etkileri olmuştur.

Tüm yüce düşün adamları bilgeler farklı düşünerek farkı bulmaya çalışmıştır. İnsanları aynı şeyleri düşünmeye zorlayarak değil..
Aristodan sonra oluşan Stoacılık  mutluluk erdemini kişiye bağlamış ve şu önemli tespiti vurgulamıştır. ‘İnsan tek başına düşündükçe mutlu olacaktır.’Ve elde ettiği erdemi yayarak toplumsal mutluluk oluşacaktır.

Bu yüce düşün bilgeleri idare konusunda da farklı düşünmüşlerdir.Bunları tek tek incelediğimde, çok önemli bir hususa şahit oldum..:

‘’Her doğal olgunun bu evrende kendine özgü bir yeri var…Ve her bireyinde toplumsal düzende belli bir yeri var’’

Bu ulviler ve düşün adamları doğal hareket ve hareketli cisimleri birbirinden ayırıp hareketdeki değişimleri inanılmaz gören o mağara tutsaklarınca yok edildiler,asıldılar,öldürüldüler.
 O ulvilerin içindeki ‘sofist’akım sanki bugünün ülkelerine mesaj veriyor gibi ‘’ADALETSİZLİK YAPMANIN ,ADALETSİZLİĞİ ÇEKMEK ZORUNDA KALMAKTAN DAHA İYİ OLDUĞUNU DÜŞÜNDÜKÇE,ADALET KALMAZ.’’

19.yy sonrası oluşan İdealizm  ,nesnel öznel ayrımlarına girerken Hegelin mutlak idealizm teorisyle bir çığır daha açmıştır. Hegelden sonra peşisıra gelen yenilikçilik Marx ile sınıfsız toplum ve tarih ile bağlantılı diyalektik kuramı ile ilerlemiş gözüksede  gerçekte sınıfsız  toplum dışındaki düşüncelerin izleri çok eskilere dayanır..

Bugün düşünce üretiminin yoksunluğunun ana sebeblerinden biri varlık konusunu esas alan felsefi düşüncenin Marx dan sonra toplum ve birliktelik kurallarını beraber işlemesinin büyük etkisi vardır.

İnsan - varlık  ulvi düşün adamlarından sonra bilinç,nesne,özne terimlerine uygun yapılacak araştırmalardan uzak kalmıştır.Bilimin bugün hızlı gelişimi ve insanın ne olduğu konusunda  ne olacağı konusunda  sorunlar arttıkça 19.yy düşünce ve felsefesinin  önümüzdeki yıllarda daha çok eleştiri alacağı görülmektedir..

Sokrates den bu yana ..Eleştiri olmalı ki ..Düşünceler gelişsin..Yenilikler doğabilsin.. Düşünceler hala zehirle yok edilmesin..  Teknoloji gelişti diye biz gelişmiyoruz…Biz düşüncemizle gelişebiliriz..Mutlu olabiliriz…

Ertuğrul Çınar  
‘’90 lardan…’’

Özenti


Olduğun gibi görün…. Güzel de nasıl görüneceksin..

Bir kız sevdin..Kız fena afilli.. Oğlan gösterecek ya kendini…Kırmızı don bile giyer kız yakışıyor derse…Denize karşı oturalım der eksi beş derecede oturur donarak..
Yada erkek..Kız onu çok sevmiş..Kıza kesme saçlarını  sana çok yakışıyor dedikçe kalçasına kadar uzar saçları..

Dükkan sahibisin..Bir malın var..Üç senedir satılmaz..Gelmiş birisi onu sorar.Alltan gir üste çık satar ..

Marka peşinde niye koşar insanlar…çok para çok marka ..Ben farklıyım demek için aslı..

Şair anlaşılmayan türden şiirler yazan.. Hele birde Türk dili kurumu ödülü kazanan şairlerden ..Acaip dememek için,mesela dememek için otuz beş gün ne diyeyim bu şiirin bu köşesine diye düşünür ,bir halt yazamayıp ‘erengi’ der.. Mehmet ağada anlamasın canım..Oysa o kadar çook Mehmet ağa var..

Fesupanallah ,Oğlan din aşkına sakal bırakmış..Başına takke takmış..Geçenlerde komşu Ali abi ile çevirdik yolunu…Sorduk ,sakal farz mı sünnetmi? Bilemedi…

Adamın biri çok meşhur..Kadınlar pervane etrafında..Yabancı dillerde şarkılar söylüyor..Geçenlerde Hollanda ya bir yarışmaya gitti… Bir köşede kös kös oturdu..Kimse takmadı onu..Yabancı dil bilmiyormuş…

Top sakal bıraktı..Efsane bir film çevirmişti.. Meşhur oldu..Adalarda yaşıyor..Aman onunla ilgilenen bir halk görmesin, sırtını dönüp saklanıyor… Daha  yolun başında lüks otellerde komedyenlik yaparken alkışlamazsan bön bön bakıyordu..



Usta  güzel demiş;
''Kavak ağacını seven çok az kişi gördüm ..Çünkü dosdoğrudur..''

O kadar az ki hiçlikte kalıp hiç olduğunu bilen…O kadar az ki..



Doksanlardan bugüne algılar


Dünya üzerinde 1631 yılında ‘Gazzette de France’adı ile Fransa da çıkan ilk gazeteden bu yana  derelerin altından çok sular aktı.Bu kağıt parçasının gücü insan hayatında çok önemli bir yer tuttuğu için,çok değişik kullanım alanları doğdu.Bizde Takvim-i Vekayi adlı ilk gazetemizin tam 200 yıl sonra çıkması ise çok daha ilginçti.

Ülkemiz ‘basın’ yoluyla bir çok değer kazandı.Ama bunun yanında bir çok değerde kaybetti.Basın bir takım gizli güçlerin etki alanına girdi.Politik, tek ve sabit fikirli yaklaşımlarla, iktidarları ve yönetimleri etkiledi.
Haberin ana unsuru olması gereken gazeteler ideolojik ve politik yorum araçlarına dönüştürüldü.Yorumlarıyla hatta kanun gibi gördükleri köşe yazıları ile toplumun rotasını etkilediler.Askeri darbelere çanak tutmuşlar sonra hiçbir şey olmamış gbi özgürlükçü oluverdiler.
Keselerini bazı güçlerin yardımıyla  dolduranlar gene o güçlerin oyuncağı olarak her devr de hareket etmişlerdir.

Bu köşe taşları yolsuzlukların üstüne belgelerle gitmeyi yeğlememişdir. Yeğleyen Uğur Mumcu gibi gerçek gazeteciler ortadan  kaldırılmıştır.

Araştırmacı, belgelerden  uzak ,köşeleri tutan şahıslar.. Ben satıcıyım satmak zorundayım diyen genel yayın yönetmenleri..Ülkemizin basın gerçekleridir.

Ülkeyi kökünden sarsan İpekçi cinayeti ,Askeri darbeler,Darbelerin ve diğer yolsuzluk ve rüşvet olayları..Ve her seçim öncesi basının sergilediği tutumlar..Dün paşacı olan köşe taşı, bugün paşaya darbeci..
Toplumdan kopuk elit bir yapıda yaşayan bu köşe taşları ile ilgili bir anım aklıma geldi..
‘Sene 1970 li yıllar..Bir yaz tatili  bir moteldeyiz.. Orta okullu yıllardayım.. Ailemle gittiğimiz yaz tatilini geçirdiğimiz  motelde ,sabahları erken kalkıp motelin sınırlı sayıdaki şemsiye ve şezlonglarını havlu ile kapmak görevi,biz çocuklarındı.Gene bir sabah canım kahvaltı yapmak istemedi. Kalabalık olduğumuz için iki şemsiye ve yatağa havlularımızı serdim.Uzanıp gazete okuyordum..Derken elli yaşlarında kokonez tabiriyle bir teyze geldi yanıma.Sert ve hışımla bana
-Utanmıyormusun? dedi.Öyle bakakaldım.
 Bana dönerek ,
–Burası benim yerim dedi.Bir sürü yer boştu oysa..Ben gene bir şey demedim. Havlunun birini alıp kendi havlusunu serdi.Bende o zaman bağırdım..Çünkü böyle durumlarda biz havluyu kuma serip güneşleniyorduk..O da bana bağırmaya ,söylenmeye devam etti..Ve yıllarca unutamadığım şu sözleri söyledi.
-Ben gazeteciyim. Böyle rezillik olmaz. Böyle terbiyesizlik olmaz..Bunları yazmak gerekir dedi..

İlginçtir, aynı dönem motelin arka kısmı çam ormanında yangın çıktı. Motele bir adım kala söndürmeyi motel işçileri,babamlar ,dayımlar  söndürmeyi başardık.Biz o otel işçileri ile cansiparene yangını söndürmeye çalıştığımızda ne o kokonez gazeteci ne de yanındaki adam vardı ,ortalarda..

İşte çoğu bu kadın gibi ülke sorunlarının yangınında ya kaçamak yazılarla yada kasten sustular.Kendilerini elit bir çembere kapatıp, toplumlarından uzak durdular.Sözde aydınlıkları ile toplumun bir çok değerli insanını  negatif yönde etkilediler. Doksanlı yıllarda elli tane köşe taşı vardı..Bu kişilerin toplumu etkileme oranı yaklaşık %69 dolayında olduğu tespit edilmişti.
Böylesine korkunç bir yüzdenin bugün internet sayesinde azaldığını ,ancak yok olmadığını iyi bilin.

O yüzden bu yazıyı dahi okurken bireysel bilincinizi sorgulayın..Araştırın.. Öğrenin. Ülkemiz üzerinde oynanan oyunları ‘ bağımsız’ bilincinizle sorgulayın..
Biz Hatay ilini ,Hatay halkına yapılan bir  halk oylaması ile sınırlarımız içine katmışız…Ve yeni oylama ,ilk oylamadan 100 yıl sonra imiş.. Kısaca bir tekrar oylama yapılacak..Ve HATAY halkına tekrar sorulacak… Ne garip değilmi…Köşeci basın ve satılmış taşlar  tamda Suriye !!! krizi zamanı..Kimseye bilgi vermiyor bu konuda!!! Garip değilmi!!

Bunun gibi ülkemiz üstünde sayısız oyun var… Yazılı ve görsel basın..Hatta sanatsal ve kültürel faliyetlerimiz üzerinde de  yeni yüzyılın ‘ algı etkileme’ olayı şiddetle uygulanıyor..

Biz doksanlarda çok değer  kaybettik… Ancak doksanlarda bir tek şeyi artık daha çok öğrendik.. Algımıza hükmetmelerine engel olmayı….

Ertuğrul Çınar



‘‘Evet bağımsızlık..İlle de bağımsızlık..Önce kafada, ideolojide bağımsızlık..
Bağımsızlık bir kişilik sorunudur.Kişi kendi aklı ile düşünemezse ,kişi akıl yerine dogmalarla düşünmeye alışmışsa ,dünyada olup bitenleri nasıl anlar,nasıl kavrar?
Yobazlık ve bağnazlık bir çeşit değil ki ,bin çeşit…’’Uğur MUMCU(Şubat87)

19 Aralık 2012 Çarşamba


Tek&Ben                                                                                                                          

             Nisan 93        
Bende Herakleitos gibi baslayacağım. Ama öyle bitirmeyeceğim. 
"Beni değil de söylemi dinleyenlerin her şeyin tek ve bir olduğunu kabul etmeleri bilgeliktir." 
Tıpkı onun oluşçu yapısıyla Parmenides'in varlıkçı yapısını uzlaştıran Platon gibi her şeyi birbiriyle uzlaştırıp her şeyi birbirinden ayrışmayan tek'e yönelteceğim.
İnsanın bilge olabilmesi, sahte bilgilere kapılmamasına bağlıdır. Yüreğinin o giz noktasını görebilmesi, kendini bilmesi, sorgulaması insan olmanın temel şartıdır.

Yola çıktım. Bu yolda her  badirede, her mutluluk da  tek başıma olduğumu hissettiren hep oydu. İlk hükmü hep kendinle oldu. 
Böylelikle görebileceklerimi, çevremi net görebilmem ve yaşamın kapılarında ne tarafa sapacağımı kendimin tayin hakkı doğuyordu.
 Bu tayin hakkında yüreğin o giz noktasındaki sezgilerle akıl kardeş oluyordu. Tek başına akıl, tek başına sezgi hiçbir şey idi. Sezgiler bilgiyle yüklendikten sonra çok ötelere gidiyorlardı.
Tanımsız duyumlardı oluşan. Hüküm yoktu Seçenekler üst üste biniyor, iyi yada kötünün onun tarafından sunumunu görebiliyordum. 
İşte DİN bu seçeneklerin sunumundaki görmemize az çok izin verilen buyruklardan başka bir şey değildi.
Göremediklerimiz yüreğin o giz noktasında çabamızla oluşacak, daha sonra aydınlığa çıkacaktı.

Daha önce homo Sapiens'ler yokken ilkel Neanderthal insanlarının da   ölülerini gömdüklerini öğrendiğimde, bunun bir anlam ifade etmesi gerektiğini düşündüm.
Benim anlayışıma göre yaratanla yaratılan arasında  bir anlaşma yapılmıştı. Bu anlaşmanın özü İYİ kavramıydı. 
Bu özü her birey içinde hissetmeliydi.
Kendi yaşamı içinde birey yaptıklarıyla tektir. Onun diğerine karşı bir üstünlüğü olamaz.
Yaratılışı oluşu sağlayan, yaratanı bilme kendini bilme ile başlamalıdır. Bu kendini bilme bedenini bilme değildir. 
Yok olacak bir beden değildir mesele. Bu kendini bilme Allah'ı bilmedir. Ötede bir güç değildir.Ben bir zamanlar, kendimi beden olarak görüyordum. Gözümün gördüğü, algıladığı ölçüt de düşünüyordum. Kendi algı sınırımın içini var, dışını yok sayıyordum.

Oysa varlık tek tümel bir yapıdaydı. Varlık atom boyutunda tümel tekil bir yapıya dönüyordu. Sözcüklerle belirttiğimiz atom boyutu bile bizim beş duyu organımıza dayalı bilimsel verilere göre değerlendirdiğimiz bir kanıtdı.
Oysa kar olarak, yağmur olarak gördüğümüzün aslı suydu. Gazali'nin dediği gibi "Cevizin kabuğunu kırıp özüne inmeyen, cevizin hepsini kabuk zanneder"di.

Ben, aslında yok gibi görünen var olan ve tek olan ve bin bir sureti ile görünebilen Allah'a inandım. 
Ve amacında öz+arı+saf insan boyutuna ermek olduğuna inandım. Özellikle bu yüzden, kişinin kendini tanımasını nefsinin gerçeğini bilmesi demek olduğunu iddia ediyorum.
Yaratılışımızın bu ana unsurunu göz ardı edenler, kendilerini bir beden olarak görmeye devam edip amaçsız kalacaklardır. Oysaki yaratılışın amacı bu ana unsura ulaşma yollarında bir sınavdır.
Burada yıllardır bireysel bilinç diye her sohbette  konuştuğum "BEN" kavramına gireceğim. Ben nedir? Ben bilincini oluşturan varoluşundaki suretin yansımalarını görüp evrensel ve sonsuz Ben'i görebilmektir. Ben'in bilinci, bireysel bilinç ışınsal faaliyetlerle yaşar. Bilincimizi bedenimizle algılamaya çalışmamız bedenin boyutunun hapsine girer. Buna birde çevresel baskılar ve şartlanmalar ve yanlış dinsel yaptırımlar ve kalabalıklar içinde düşünmeye zorlanmak eklendiğinde bilincin üst sınırına ulaşılamaz. Bilgiler günlük kalır.
Çocukken bize verilen değer yargıları bedensel yaşantımızla ortaklaşır. Ergenliğimizden sonra çevrenin bize verdiği her bilgiyi körü körüne kabul etmemiz bilimsellikten uzaklaşmamız tekliğimizin önündeki en büyük engeldir. Yaratılışımızın esasına aykırılıktır. Böylelikle Allah'ın tüm dinler ile yaptığı uyarılara aykırı evreni ve kendimizi değerlendirmekten uzaklaşıp sosyolojik ve psikolojik açmazlar içinde bedensel yaşar, bilincimizin o yüce evrensel öze ulaşamamasını sağlarız.
Oysaki yapmamız gereken ilk ana hedef kendimizi sorgulamaktır. Yüreğimizin gözüyle sezgilerimizle vahdet anlayışımızı oluşturmaktır. Gerek ibadet, gerek ana unsur iyi kavramında yerimizi kendimiz tespit edebilecek bireysel bilince ulaşabilmektir. Beynimiz bilincin ana aracı değil midir? Bedensel arzularımız şu kısacık konuklukta bilincimizin önünde engel olmamalıdır.
Allah, evrensel sistemde her insanın bir görevi olduğunu iyi yada kötü tayinlerimizi bu bilincimizle davranışlarımızla tespit etme gücümüz olduğunu buyurmaktadır.
Dinlerin geliş amacıda işte bu bilincin işlemesi, iyiye yönelik işlevlerin geliştirilebilmesi için bir nevi uyarılar değil midir?
Kişi kendini bil diyorum. Yıllardır yazıyorum. Bedenle mi? Akılla mı?
Şu vücudunda trilyonlarca hücre var görebiliyor musun? Ama hepsinin bir görevi var.
Ya tüm galaksiye baksak. 400 milyar yıldızdan oluşan galaksiye. Uzaya çıkıp dünyaya bir baksak ne bitki görüyoruz ne dağ yuvarlak bir kütle. Oysaki galakside, dünyada tıpkı bir canlı gibi birim. Ve tüm bunlarda bizim bireysel bilincimiz gibi bilince sahip.
Güneş Samanyolu'nda bir  turunu 255 milyon yılda tamamlıyor. Güneş var oldu olalı 8 tur atmış. Yani 8 yaşında. Dünya güneşten 32 bin ışık yılı uzakta. Düşününki güneş bu galaktik bedenin bir nevi kalbi ise biz bir hücre içindeki elektronuz belki de; ve milyarlarca  galaktik dünya. Yeni yeni doğan birimler; ve biz bir gün her şeyi bırakıp gideceğiz başka bir yere. İşte o boyutlara burada yaşarken Allah'ın buyruklarıyla öğrenip gitmek Allah'ın kişiye önerdiği en büyük kapıyı açabilmektir.
Son uyarı dediğim kuran da  Allah insanlara(Haşr 19) şöyle der."Ve o kimselere benzemeyin ki Allah'ı unutmuşlarda, o da kendi kendilerini unutturmuştur onlara"
Yani Allah'ı bulma, yaratılışın anlamını kavrama ile kendini bulma kendini bilme arasında organik bir bağ vardır. İnsan yaratılışın gayesine uygun temiz bir tohum gibi yaratılmıştır. Oluşacak ürün en iyi üründe olabilir en kötüde. İnsan Allah'a kulluğunu ifa etmek üzere yaratılırken,Allah'ın isim ve manalarını çeşitli şekilde ortaya koymak üzere programlanmıştır.
İnsan doğumundan itibaren dışından gelen toplumsal, geleneksel bilgi atışlarına tutulur. Bunlar şartlanmalar meydana getirir. İşte en büyük yanılgı, böyle başlar. Kişi yaşadığı çevre ve toplumun baskılarını gerçek değerlermiş gibi kabul etmek zorunda kalır. Böylelikle varoluş gayesinden uzaklaşıp, Ben dediği varlığın gerçeğini öğrenmesine engel yanlış bir kapıya sapar. Bu kapıdan giren kişi, kendini sade bir beden olarak kabul eder. Varoluş gerçeğinin esasına inemez. 'İşte birlikte yaşamak için iyi öğelerle ve çok çeşitli kolaylıklarla süslenmiş insan işte bu varoluş gerçeğinden uzaklaşmaya başlayınca uyarılar dinler gelmiştir.'

Allah'ın yolu ile gerçek öz iyiye ulaşıp kendimiz olarak Allah'ın ahlâkı ile ahlâklaşmak amaç olmalıdır.
Neanderthal insanlarına inanıyorsak Allah'a inancımız artmalı, dinsel perspektifimizi son uyarı olan dinimizi bireysel süzgecimizden geçirerek, gelenekselci, hurafeci anlayıştan sıyrılıp kendi bilincimize sığdırabilmeliyiz.

Kuran'da 200'ü aşkın ayet insanın kendi hak ve iradesinden bahseder. Bu kişisel hak, yüce Allah tarafından savunulması gereken en önemli değerlerden biri olarak gösterilmektedir. Bu boşuna mıdır? (Bakara 104) "İnsanın bir benliği vardır. İnsan sürü değildir."

İnsanların bir davar sürüsü gibi gözetip sürülmesine karşı çıkan yaratan, insanın toplumsal çember içinde benliğini, bireysel kimliğini ön plana  çıkartmasını ısrarla savunur. (Rad 11) "Allah siz tek bireyler olarak iç dünyanızda gereken değişiklikleri yapmadıkça, sizi toplum olarak değiştirmez."
İşte yaratan son uyarısı ile  tabucu gelenekselci baskı unsurlarını yaratılışa fıtrata aykırı  bölümlerini de kaldırmaya yönelmiş kişinin kendi nefsini sorgulamasını bilmesini emretmişdir. Bireysellik diye dost sohbetlerinde söylediğim bu temelde değerlendirilmelidir.

Kendi özümüzü reddedip kapalı bir topluluğun parçası haline geldiğimiz zaman sadece bireysel gücümüzü reddetmiş olmayız, aynı zamanda sorumluluklarımızdan da sıyrılmış oluruz. Bir kişi tek başına karar vermede vicdan insiyatifinden sıyrıldığı an o derece zalim ve gaddar olabilir.
Kitlesel çalkantıların mimarlarıda bu tip adamlar olmuştur. 
Faşist Hitler için Yahudiler Bolşevikler için de Rus aristokratları suni bir karşı düşmandır. E.Hoffer'ın dediği gibi, "Genellikle bir şeyi sevdiğimiz zaman yanımıza bizimle o şeyi sevecek  taraftar aramayız." Ama bir şeyden nefret ediyorsak, aynı şeyden nefret eden taraftar yanımızda hep ararız. Şaşırtıcı nokta, nefretimiz elle tutulur bir şikayet değilse ve haksız ise taraftar bulma arzumuz o denli artar.

Yüzyıllardır bize kendi kendimizi unutturan öğeler,sezgilerimizi öldüren vicdan ve birey anlayışını yok edenler ne yazık ki hiçbir uyarıyı anlamadılar.
Eğitime bakıyorsunuz bizi yaşamsallığımızdan uzaklaştırıyor. Elimize tutuşturulan diplomalar insanlığımızın ölçütü oluyor. Eğiticiler bazı şeylere notunu vermek için ortak olan değerlere bakıyorlar. Kafalarda hep ortak toplumsal yararlar.
Oysa amaç bir diğer toplumsal gurubu yok etmek.
Halbuki birlik anlayışını idrak edebilecek yollara girilebilseydi, ilk kitap son kitap olurdu. O yüzden son uyarıyı önemle algılamak zorundayız.
Kuran "Allah birdir birliği bulanlar iyiliği görür" der, İncil  "Göz yerine göz diş yerine diş denildiğini işittiniz ben size derim ki düşmanlarınızı sevin size eza edenler için dua edin" der. Hatta Taoizm de bile aynı sözü bulabilirsiniz. Bu Tevhid anlayışı ile düşünemeden geçen onca yıl sonra bugün gelinen noktada, bazıları hala bu durumun suçlusu Allah'dır diyebilecek kadar zavallıdır.


Allah uyarılarını yapmıştır.  Her ümmet için bir elçi vardır(yunus 48)
Evrensel mesajlar tüm dinlerde toplumsal otorite ve geleneklerle  saptırılmıştır.
Hz.Muhammed'in yaşadığı dönemde Kuran sadece kendisinin yorumlarıyla uygulanıyordu. Daha sonra yazıya döküldü. Hz.Ömer zamanında ise peygamberimizin sözleri,eylemleri davranışları yazılı bir biçimde derlenip hadisler ortaya çıkartıldı.
Hadis ne_? Muhaddis hadisi aldığı son kişiden başlıyor ,Ravi denilen senet bölümünde de Hz.Muhammed'e dayandırılan sözleri yazıyor. Kitabül Muvattadan sonra acaba bir Muhaddis   o zamanki toplumsal otoriteye karşı art niyetli ise ,ve kötünün yanlış kapılarına sapmışsa o hadisler ne olur_? Ve tabiki sahih olmayan hadis olur.
Ve ortaya da  bu söylenmişti bu söylenmemişdi gibi ayrımlar doğar. Hz Muhammed isteseydi yazılı belge bırakamaz mıydı.
Konu saptı gibi düşünmeyin. Yaratılış ve teklik den son uyarıya sıçramamız ve buradaki çelişkileri irdelememiz gerekmekte.
Dinimiz. Peygamberimiz ölüyor. Bir bakıyorsunuz Allah'ın sıfatları,kader,günah,suç tüm görüşler toplumsallaştırılıp sistematik bir şekilde ayrılıklar oluşturuluyor.
Allah'ın bireye uyarılarına rağmen çoğul kavram kargaşası içinde Sünni itikat,şii itikat mezhepleri daha da ileri safhada fıkıh konusunda ayrılıyorlar. Bazen öyle basit ayrımlar oluyor ki,Sünni itikat mezheplerinin ilki olan  Selef'iyelik in içinden doğan Eşarilik, Selefilerin Kuranın lafıyla yazı ve işaretlerin birbirinden ayrılamadıklarını Allah'ın sıfatlarından  /söz/ ün yaratılmadığını  buna karşılık yazı ve işaretlerin yaratıldığını öne sürüyor.
İlk sünni mezhep Selefiyeliğin teslim bölümünde,sahabe ve peygamberin bildiği yeterli deniliyor. Sahabe kim? O dönemin ilk Müslümanları. Onca art niyetle Müslüman olanları da kapsamaz mı bu peki. Kapsar. E tabi öğrencisi Eşari de çıkıyor kalkıyor  buna karşıt olarak mezhep kuruyor. Sonrada Maturidi. Maturidide tam tersine ,Bireyin akıl yoluyla doğruyu bulacağını eylemde özgürlüğü ama iradesinin sınırlı olacağını savunuyor.
Bunları niye yazıyorum? İşte bunlar çoğul kargaşası içinde Hiristİyan'lardan sonrada Müslümanların yüce Allah'ın yolundan sapma izleridir.
İtikat mezheplerinde ise,dinin temelinde ayrımlar gözükmese de, Fıkıh da temelde değil ayrıntılarında ayrıntıların da ayrımlara kadar gidiliyor.
Mutezile usul-ü L HAMSE DENİLEN 5 BAŞLIKTA  TOPLANAN ADALET İLKESİNDE  İNSAN İYİ İŞLERİDE KÖTÜ İŞLERİDE KENDİ ÖZGÜR İRADESİ İLE YAPAR diyor. Aynı görüşü savunan Eşari daha sonra ayrıntılarda ayrılıyor.
Y o Hanbeli mezhebi. Çoğu görüşüne katılmıyorum .Ama Müslümanlığı kendi tekelinde zanneden S.Arabistan'ın resmi mezhebi. Alın işte size işaret.
Hanefilik ve şafiliğe baktığımdan,Fıkıh konusunda Hanefilik akla ve içtihada önem verirken Şafilik istihsan hükümlerini(Görünürdeki nedenlere değil gizli olan asıl nedenlere bakarak uygulama) reddediyor. Tamam iyi ama aynı şafilik uydurma olduğu kesin olan hadisleri bile uygulamaya  koyuyor.
Şii fıkıh mezheplerinden İmamilik' e baktığımızda bunun dayanma noktası bir hadiste yer alan /hepsi Kureyş'ten olan 12 halife ibaresinin 12 imamı işaret   ettiği varsayılarak geliştirilmiştir. Ve daha da ileri gidilerek son imam mehdi olmuştur.
Fıkıh konusunda daha da derine inildikçe,oluşan ayrılıkları bu çoğul çorbasında gördükçe Allah'ın gazabının üstümüze yağmasını normal görüyorum.
Fıkıh da Şiiler 4 temel kuraldan hareket ederler Kuran/sünnet/icma/akıl.
Kuran ve sünnet de  Sünnilerle pek ayrılmazlar. İcma da Sünniler sahabenin aktardığı hadisleri sahih(doğru) kabul ederlerken imamiler imamların aktardığı hadisleri sahih olarak kabul ederler.
Şimdi ben bir birey olarak,hem Sünni hem şii itikat ve fıkıh mezhepleri içinde kendime yakın bulduğum görüşler olmasına rağmen,şöyle uzun uzun düşünüp bakıyorum. Yere,göğe ve toprağa. Ve kendime bakıyorum. Allah'ın mesajını algılamayı kendi yargımla buluyorum.
Benim inancım ve eleştirim, Allah tüm uyarılarını bireysel bilincin ,yürek gizinin saflığının oluşması için yapmış ve bu akışın doğruyu tek başına bulmasını emretmiştir. Bunu özellikle kalabalıklar içinde yapacağınız hata oranını göz önüne alarak kişinin kendini bir açıdan bu yönde sorgulaması gerekir demiştir.
Allah tüm uyarılarında  bireysel bir yapılmış hatayı affeder ama o insanı birde kalabalık da sınar,kalabalık da sınanmış bir hatayı affetmez demiştir.
Kuran elbette ki bir şifreler bilmecesidir ama başlangıcın özü kişidir.  Bunu özümsemek gerekir.
Hiç inanmamış bir kişinin, sadece  açıp okuyarak Allah'a ulaşacağı zor bir ihtimaldir.
Yüreğini açacak,kendini sorgulayacak ve hiç ölüm korkusu ile bugünü  bu kıstaslar arasına sokmadan yapacak. Bu kolay iş değildir.



Burada tekrar uyarılar konusuna degineceğim. Daha öncede söylediğim gibi Kuran son uyarıdır. Kendinden önceki bir çok olayı anlatır. Ve üstüne basarak her insana seslenir. Irk dil din ayrımı göstermez. Yunan mitolojisinde bile tek tanrılı anlayış ile Zerdüşt dininde bile bir kehanet de bir kadının kasara gölünde yıkanacağını bir peygamber doğuracağını ve bu peygamberin şerri kötülüğü yok edip putları ortadan kaldıracağını anlatması bir tesadüf müdür?
Bence Kuran teokratik bir düzenden teosentrik düzene giden son uyarı ile,bireyin özgürlük alanını daraltan yaşam biçimlerine bir başkaldırıdır.
Bu yüzden onca İslam bölünmüşlüğü değil din bölünmüşlüğüne hayır demek gerekmektedir.
Gelenekselci gerici yaklaşımları Allah inancıyla uzlaştırmak mümkün değildir. Allah ilk oluşumunun sonuna kadar korunması gerektiğini buyuran bir ilerici yaklaşım sunmuştur. Bu yüzden kalabalıklar içinde fesat ve hıyanetin kuklası olabilirsiniz diyerek bu ileri gidişin bir çembere girmek olmadığını devamlı uyarmıştır. Evrensel birlikteliği oluşturma sınavınızda tek tek doğru noktalardan ayrılamamamız gerektiğini sunmuştur. Dünya üzerinde yapılan sınamalarda bunda her daim başarısız kalınması bu son uyarının yapılma zorunluluğunu getirmiştir.Geleneksellik eski anlamın da algılanmasın. Eski en baştır. Geleneksellik ise bu kalabalık çemberin oluşturduğu kurallardır. İşte bu anlamda geleneksele tapanlar vardır. Oysaki Allah inancı bunu reddeder.
Mevsimler değişmiş,ozon delinmiş meyvalar bozulmuş yeni hastalıklar türemiş. Bunlar bir gerçeği vurgulamalı. Demek ki son uyarı algılanamamış,uygulanamamıştır. Ve son uyarıyı evrensel mesajı dar kalıplar içine sokan saltanatçı gelenekselci yaklaşımlar halbuki şu anda puta tapmaktadırlar.Onlar beden zevkine,kalabalıklar içinde hıyanete yenik düşmüş kibir ve gıybetin esiri olmuşlardır. Ve dünya onların elindedir. Artık son uyarının kesin tatbiki gene bir son yıkımla olacaktır.
Sen dost, mikropları görebiliyor musun? Sonra sonra aklınla icat ettiğin makinelerle görmen sağlandı. Ya o makineler bulunmasaydı,mikroplar yok muydu?
Aklını yüreğinle birleştir. Bakın, vücutta tüm organlar tek bir sinir teli ile beyne bağlanıp yöneltilirken,neden kalbin bizzat içinde minik bir BEYİN sistemi var?
Araştır.Hisset.Akılla yalnız bilgileri yorumlarız. Kalbimizle bilgi üretip idrak edebiliyoruz. Yani duygularımız.
Duygular beyindeki bilgi birikimini hiç kullanıyorlar mı?
Oysa akıl beynin beş duyuyla kaydettiği bilgilerle yargıya varır. Allah'ın zıddı veya benzeri olmadığından akıl Allah'ı kavrayamaz dost. Allah'ı o giz noktanla sezecek,yüreğinle hissedeceksin. Sonrada beynini işleteceksin .O son uyarıları o şifreleri yolladığı yer işte o giz noktada. Onu çalıştırmayı öğren dost.
Her parçanın Allah'ı yansıttığını ona eğildiğini aklınla göremeyeceksin. Zira sen atomları da göremiyorsun. Suyun  moleküllerindeki eğilişi görebiliyor musun.Sevgi nedir?İnsanın en yüce yanıdır. Kalbinde gizli bir  yetenek bir güzel ormandır Sen istemesen de yağmur yağar tepesine. Büyür dalları.
Hiçbir organ hiçbir bilgisayar ekranı görüntüleyebilir mi sevgiyi. Ve sen severken niye daha güçlü akar damardan kan?
İnsan korkaktır. Çünkü o giz noktasını kapatmıştır. Bilimsel olarak korkunun vücudun tüm düzenini bozduğu buna bağlı olarak yüreği ile inanmayan insanın ölüp yok olma korkusunun ve gelecek korkusunun arttığı saptanmıştır. Bu tür bir insan bu korkuyla her tür kötü alışkanlığa sapabilir. Korkunun karşıtı abartmış aşırı güven de aynı ölçütlere girer. Gene bugün biliyoruz ki stres vücudun tüm düzenini bozmaktadır.
Bizler makine değiliz dostlar. Uyarıları bireysel akıl süzgecimizden geçirip,bilinç seviyesine çıkarmalı ve yüreğimizin o giz noktasını işletmeliyiz.
Kurallarmış,fıkıhmış sistematik tartışmalara hala sürüklenip kalmak Allah'ın mesajına en büyük darbedir. Adamın biri ilk kez namaz kılacak, tam o sıra parmağının ucu kanadı. Hanefi derki abdestin bozuldu. Şafi derki bozulmadı. Bunlarla mı uğraşacağız hala? Yürek abdestli olsun yetmez mi.
Bizzat peygamberimiz, //BEN SİZLERİ GÖRÜYORUM,ENDİŞEM ODURKİ BENDEN SONRA DÜNYA NİMETLERİNİ TERCİH EDİP ALLAHA EŞ KOŞUP ÇEKİŞECEKSİNİZ.(SAHIH UL BUHARİ)//  derken noktayı koymamış mı?
 Kurallarla boğuşarak, öldükten sonra kuran okuyarak bir şey olmuyor.
Bir yerde duymuştum Çinliler ölülerini gömdükten sonra ölünün en sevdiği yiyecekleri mezarın üstüne koyarlarmış. Bir gün Amerikalının bir Çinliye takılmış-Sizin bu ölüler  bunları ne zaman yiyecek. Çinlide demiş Sizin ölüleriniz çelenklerdeki çiçekleri ne zaman koklarlarsa o zaman demiş.
Şunu demek istiyorum. Dünya çevremiz gibi görünüyor bize. Kuralları bu bütün ve büyük yere sıgdıramazsınız. Bir ucunda İslam adına kadını sünnet ediyorlar. İmam Maliki namazda  besmeleye tiksinti ile bakarken Ebu Hanife besmelesiz olmaz der.
Abdest de şiiler ayaklarını sil yeter der Sünnîler yıka der. Kurana bakarsınız ayaklarını ve başınızı silin der. Bu yeterli der. Ki oda o zamanın  banyo yapmayı hiç sevmeyen pis Araplarına.Aslı da el baş temizliğinden ziyade yüreğin temizliğidir abdestin.
Kuran evrensel bütünlüğü savunurken sen kendini bir kurallar zincirine tıkıp adına İslam toplumu diyerek bir halt olamazsın.İbn.Arabinin çok güzel bir sözü var//Halk hakkın görünen yüzüdür. Hak da halkın görünmeyen yüzüdür.//
Tüm uyarılara karşın din adına,hak adına kitleleri peşinden sürükleyip bazı kıstaslar koyan adamlar Emevi döneminde de ,Hıristiyan dünyasında da göstermiştir ki saltanat ellerinde olunca dalkavukluk zamanın adamı olma eğilimleri doğmuştur.
Kitleleri  peşinden sürükleyen kan içen bu adamlar her din içinde her ideoloji içinde var olmuşlardır. Ve tarih göstermiştir ki,bunlar zayıfın yanında değil bir zaman sonra güçlünün yanında olmuşlardır. Ve zamanla zayıf için yapıldığı zannedilen mücadele güçlü konumuna gelince toplumsal bir gücü temsil etmiş kan yine döktürülmüştür.
Allah'ın tüm uyarılarına karşı din adına,ideoloji adına ırk adına savaşlar yapılmış ve hala yapılmaktadır.
İnanç karşıtları da bu ortamda sistematik bir şekilde sinsice teoriler üretmişler  evrimsel tesadüfi saçmalıklarla kafaları iyice karıştırıp Allah'ın   varlığını yok saymışlardır. İşte  bu bağlamda insanlık kara yağmurlarla boğulmuş,nükleer savaş korkularına bürünmüştür

Her şeye rağmen,dinler içinde yanlış kurallara tıkılı kalan bir çok insan yüreğinde soru işaretleri ve yaralar artmıştır.
Allah ışığın tekliğinden bahsederken,karanlığın çokluğu ve uğursuzluğu ve kötülüğü bizlerin oluşturduğundan bahsetmektedir. Buna rağmen Yüce Allah bireylere özgü affedici ve bağışlayıcıdır. Eğer Allah insanları kendi ellerinin ürünü olan sonuçlara bakarak hesaba çekseydi ,yeryüzünde bir tek canlı kalmazdı derken bunu vurgulamıyor mı?
Sonuçta bugün itibariyle insanlık amaçtan uzaklaşmaya devam etmektedir.
Ve Allah'ın belirttiğine göre de başka bir uyarı gelmeyecektir. Artık yapacağımız şey Allah'ın ipine tek tek bireysel bilincimizle sarılmaktır. Çağımızın gelişen teknolojik sonuçlarını çoğul bir iyiliğe dönüştürmek için pek zamanımız kalmamıştır. Dünya hızla bir sona doğru gitmektedir. Bu aşamada dini sahiplenip  kendilerini din adamlığı maskesine bürünenlerin yol açacağı çalkantıların getirisi çok daha ağır olacaktır. Hala teokratik düzeni islam'a  yakıştıran dar kafalı gelenekselci kişiler ile diğerlerinin karşı karşıya gelişi haçlı seferlerine benzemeyecektir.Bu artık sondur.Bugüne kadar dünyayı sahiplenen teokratik dinsel düzenler,Emperyalizm,Kapitalizm.Marxsizm gibi vs. sistemler Allah'ın uyarılarını çözümleyememiş ,çözümleyebilenler de uygulayamamışlardır.
Bizzat Kuran Başlangıç da İnsanlar tek bir ümmet idi,daha sonra ayrılığa düştüler derken yapılan yanlışlar için uyarıları da vermişken sonuç olumsuz olmuştur.
Allah'ın sıfatlarının en başı yaşam ve bu yaşamı yok etmek ve bu sıfatların ikincisi ilimi yok etmekle sonu hazırlayan insan hala işin farkında değildir.

İslamın ilk yıllarında İLİM
Oysa islam'ın ilk yıllarında peygamberimiz sayesinde onun telkinleri ile  ilimin yüceliği savunulmuştur. Cehalet kınanmıştır. Bu yolla İslam'ın ilk yıllarından itibaren son uyarının ışığında,gerçek amaçtan uzaklaşan diğer din adamlarına
İlim aktarılmasını sağlayanlar  gene bu islam'ın ilk bilge ve aydınlarıdır.
O yıllarda katı bir ideal ile Hıristiyanlığı bir milliyetçilik çemberine sokanlara karşı İslam tevhide zararlı bu yaklaşımdan uzak tüm insanların birliği ve kardeşliği için İlime yönelmiştir.
İslam düşünürleri nasıl var edilen ile var eden arasındaki sevgiyi baz alıp insanlık yararına büyük atılımlara girmişlerdir. Ve bugüne kadar hiçbir din bilimden İslam kadar söz etmemiştir.  Özgürlük ve ilime sarılan İslam insanların gerçeği görme ,akıllarını işletebilme ve kendilerini sevmeye zorlamıştır. Kuranda 217 ayet bilim,17 ayet bilgelikten 63 ayet de kişinin iradesinden bahseder.

İslam dan önce Hıristiyan dünyasının bilimi kendi din anlayışı içinde eritmesi Allah'ın uyarılarını hiçe sayması İslam'ın geliş unsurlarındandır. Din adına haçlı seferlerinde yeni silahlar denenmiş kan akıtılmıştır.
Hegemonya içinde dinler adamlığı sınıfı ile Hiristiyanlık özgür birey anlayışına karşıt bir otorite ile  tüm yararlı olabilecek  buluşlara karşı çıkarken kendi koltuklarını sağlam tutacak her şeye evet demiştir.
Dini bir kurallar bütünü zannetmeye zorlanan insanlarda Allah inancından uzaklaştırılmışlardır.
Burada   Bu konu ile yaptığım kısa bir araştırmayı bahsedeceğim.

İslam'ın ilk düşünürleri son uyarının ışığında akıl ve yüreğin ışığında yola çıkmışlardı. Diğer dinleri sahiplenenlerin aksine, geniş bir uzlaşıcı ve hümanist yaklaşımlarla evreni incelediler.
8 yy da kitaplar papirüs ve parşömenden yapılıyorken, bu bilgeler Çinlilerden kağıt yapımını öğrendiler. Ve 815 ile 1227 tarihleri arasında Dünyanın en büyük kütüphanelerini kurdular. Bu bilgeler,medrese denilen orta öğretim kurumlarını,camia adı verilen üniversiteleri kurdular. Burada dinsel bilgilerin yanı sıra Mantık,metafizik,felsefe,matematik,fizik,astronomi, retorik ve alet yapımı öğrettiler. Gene profesörlük buluşu bu İslam'ın ilk büyüklerinindir.
Bir çok İslam bilgini,bilgiyi sınıflandırmak için sistemler geliştirdiler. Gazalinin bilginin toplumsal işlevi konusunda ki çözümlemesi ve bilgiyi zorlayıcılık derecelerine göre ayırması  gelişimin en önemli etmenlerinden oldu.
Bu dönemlerde son uyarının ışığı ile yol alan bu insanlar teokratik bir yapılanmanın tam tersine evrensel başarılara imza attılar. İlk bilimsel yöntemi kuranlar İslam amprist ve deneycileriydi.
Matematiği bilimin dili haline getirenler gene bu ilk İslam bilgeleriydi.(BATANİ,İBNİ HAYTAM, BİRUNİ)
Büyük İslam düşünürü Harezmi  logaritma ve cebiri bulup Kitab el cebr ve mukabele adlı kitaplarıyla cebir tanımını kullandı. Batı dünyası tam 300 yıl sonra 0(sıfır) kavramını bu kitaptan öğrendi. Onun öğrencisi Abdül vafa trigonometri ve küre geometrisini geliştirdi.
En büyük İslam astronomu sayılan BATANİ güneş yılını 24 saniyelik bir hata payıyla hesapladı.
BİRUNİ, Galileo dan 500 yıl önce dünyanın kendi ekseni etrafında döndüğünü söylerken Hıristiyan dünyası dinsel kalıpların içinde  insan yararına olan tüm buluşlara karşı çıkıyordu.
İBNİ HAYTAM 27 farklı mercek kullanarak yansıma ve kırılma yasalarını buldu. Ve gene batı dünyası onun adını bile anmadan kitaplarına bu yasaları çok sonra koydular. İlk analog bilgisayar diyebileceğimiz usturlab  FARAZİ tarafından bulundu(790) Usturlab ,güneş ve yıldızların doğduğu ve battığı ve en yüksek noktada olduğu zamanları ve herhangi bir anda hangi konumda olduğunu gösteriyordu. Bu bir çok astronomi sorununa çözüm getirirken İslam'ın gerici yanımı ilerici  yanını mı ortaya çıkartıyordu.?
TAKIYYEDDIN , zamanı ve ayın dönemlerini gösteren alarmlı bir saatin nasıl yapılacağını ayrıntılı bir şekilde anlatırken,bugünün İslam'ını  gerici kılan ruhban sınıf otoriteli dinine mi mensuptu yoksa her şeyi algılayıp evrensel barış ve mutluluğa yürüyen gerçek İslamamı?
 İlk örgütlü hastaneyi kuran gene bu bilgelerdi. Şam da cüz zamlılar için hasta haneler,Bağdat da 60 ı aşkın hasathaneler kuran bu bilgelerden RAZİ Hastabakıcılığı meslek haline getiren ilk kişiydi. 24 ciltlik bir tıp ansiklopedisi yazanda oydu.
İBN-İ SİNA tıp yasaları adlı 14 ciltlik bir ansiklopediyi yazarken kesin kaderciliğemi boyun eğiyordu ?
700 yıl  boyunca batının da faydalandığı bu eserinde İBN-İ SİNA  hastalıkları tanımlıyor,sınıflandırıyor tedavi için  ilaç öneriyor ve bedenin değişik işlevlerini tanımlıyordu.
Tüberkülozun bulaşıcı olduğunu ve şeker hastalığını ilk tanımlayanda gene o oldu. İBN-İ NAFİS ise kan dolaşımını ilk açıklayan kişiydi. Ama dünya  1628 de bunun HARVEY tarafından bulunduğunu yazıyordu.
ZAHRA(939) El tasrif adlı eserinde 100 den fazla cerrahi aleti betimledi.Diş doktorluğunu geliştiren,diş ameliyatlarını yapan ilk kişi gene bu islam  bilginiydi.
İBADİ(879) Göz üzerine iki kitap ile gözün anotomisini açıkladı.
İslam dünyasının bir çok yerinde kurulan gözlemevlerinde sayısız bilim adamı astronomi tabloları hazırlayıp yayınladı.
Bilim tarihçileri ,Maraga ve Şamda  hazırlanan gezegen haritaları ile Kopernikin arasındaki benzerliğe dikkat çekerken BATANİ şöyle demekteydi.//ASTRONOMİ EN SOYLU VE EN MÜKEMMEL BİLİM OLARAK DİNDEN HEMEN SONRA GELİR.ZİHNİ BESLER,ZEKAYI KESKİNLEŞTİRİR VE ALLAHIN TEKLİĞİNİ ANLAMAYI SAĞLAR//

Deneysel yöntem kimya yada uygulandı.CABİR İBN-İ HAYYAN(813) bir çok labourutuvar aygıtı yaptı.Suyu arıtmak için ibriği buldu.Bir çok asit baz ve tuzu tanımladı.Civayı keşfetti.Genel boyaları yaptı.
MECRİTİ(1007) Kütlenin kimyasal sakınımı ilkesini buldu.Batı ise bunun onurunu 900 yıl sonra LAVOISSRE verdi. CAHİZ(869) İik kapsamlı zooloji incelemesini yazdı..
KAZİNİ 1121 de bilgelik dengesinin kitabı adlı eseri yazdı.Ölçüm fizik ysalarını anlatan bu eser yerin merkezine doğru etki eden bir güçten söz ediyordu.NEWTON nun elması bundan 566 yıl sonra düşüyordu.

Ham petrol elde etme ve damıtma teknolojileri daha 9 yy da İslam dünyasınca bilinmekteydi.Yine aynı dönemde Asit hazırlama,sabun,cam,seramik ,mürekkep boya,deri işleme,kağıt teknolojileri geliştirildi.
Toprağı sulamak,evlerde kullanılan suyu yükseğe çıkarmak için dişliler,miller pistonlar kullanılması gene bu bilgelerin eseridir.
Arazi ölçümleri yapma, yer altından maden çıkarma, çelik üretim yöntemleride geliştirdiler.

İslamın ilk bilgeleri sayesinde ,İnsanın mutluluğu ve iyiliği ve evrensel kardeşlik dışında bir amaç gütmeyen aşağıdaki faydaları Batı dünyası İslam uygarlığından öğrendi.
-Kürsü sistemi,üniversite yapısı
-hesap,sıfır kavramı
-cebir,trigonometri
-labourutuvar araçları,deney tüpleri
-Optik ,temel ışık yasaları
-Hastahane sistemi,cerrahi araçlar
-kitap sınıflama yöntemleri,sözlük,ansiklopedi
-Kütüphane düzeni
-Yön,pusula
-Temel astronomi olgu ve yasaları
-telli çalgılar

Bugünün dünyasında reaksiyonerler ile islamı uzlaştıranlar islamın ilk yıllarında dünya için çok ileride olan bu düşünürlerin oluşturduğu faydaları bilmezler.Onlar bir bilgenin dediği gibi eskiye taparlar.Eski geleneklere tapmaktan kör olan gözleri İle dini bile kullanırlar.Din onlar için kendi otoritelerinin kumanda düğmesidir.
Bugün islam adına televizyon seyretme yasaklanabilmekte.Ağızılarına bu yüce olguyu alarak.
Bazıları sorar gibi duyuyorum.Peki bunca gelişime imza atan bu düşünürlerin yer aldığı islam nasıl bu noktaya geldi?
 İşte islam dinini tutucu totaliter kendi çıkarları için kullanan yöneticilerin başa gelmesiyle.
Tıpkı bugünkü gibi dini bir toplumsal baskı unsuru yapmayla.
Oysaki Kuran hiçbir devlet şekli belirtmezken,Ataerkil ilişkileri,feodal yapıyı,sömürüye karşı çıkarken sanki tüm bunları islam savunuyormuş gibi gösteren o adi adamların sayesinde bugüne gelindi.

İlk hikaye, İspanyanın yitirlmesi ile başladı.
Granadanın faslı kralı Boadbıl  kral ferdınandın önünde diz çöküp kentin anahtarını vermesiyle 800 yıllık islam egemenliği sona erdi.Allahın yüce  mesajlarını yok sayan hiristiyanların sayısız el yazması yakması ile islam bilimi bastırıldı.Bundan sonra esas gerileme islamın kendi içinde oluşturuldu.Gazali sayesinde egemen bir konuma ulaştırılmış din bilginleri 14 yy ın sonuna doğru yazılı metinleri yaşamdan ayrı bağımsız bir gerçeklik gibi  yorumlamaya başladılar.Kuran değişik şekillerde bilgisiz ,merkezi otorite tarafından satın alınmış adi insanlarca yorumlanmaya başlandı.
İLİM bütün bilgiden dinsel bilgiye indi.Bu çok önemli bir yokoluştur.İcma din adamlarının sultasına dönüştürüldü.İnsanların dinsel konularda tek başına birey olarak akıl yürütmeleri yasaklandı.Tüm bunlar içine kapanmayı doğurdu.
Daha sonra  bazı akedemik disiplinlerle  islamı ilkel ve ırkçı bir görünüme kavuşturdular.Adına da ORYANTALİZM dediler. Din bilginleri kendileri için ayrıcalıklı sınıflar oluşturmaya başladı.İlk islam bilginlerinin kağıt yapımını çinlilerden öğrenip sanayiye dönüştürmelerinin akisine ve inadına ,Osmanlı imparatorluğu döneminde din adamları denen bu zatlar batının bulduğu matbaanın islam ülkelerine girişini 300 yıl geciktirdiler.Oysaki batı Ve hiristiyan dünyası  islamın ilk bilgelerinin bulduğu herşeyi kapmış geliştirmeye çalışıyor kendi din anlayışını sorgulayabiliyordu.Ve ondan sonra  kendi din adamlığı sultasını yıkan hiristiyan dünyası  sömürgeci emperyalist bir hüviyete bürünerek büyümeye çalışıyordu.
İngiltere,Fransa,Hollanda yavaş yavaş Müslüman ülkeleri ele geçirdiler. Bu Emperyalistler sistemli olarak  bilimi kendi hegemonyaları altına alarak bir nevi kışkırtıcılıklarla da Müslümanları bilgisiz bir topluluk haline getirme politikaları uyguladılar. Bulundukları yerlerde farklı etnik ve dinsel temaları kullanarak yok oluşu başlattılar.
Örneğin 1595 de Endonezya'yı ele geçiren  Hollandalılar bütün medrese ,okul kütüphaneleri kapattılar. Kendileri için kurdukları bu yerlere de yerli halkın girmesini yasakladılar. 200 yıl boyunca eğitimi yasakladılar.19 yy sonunda İslam tıbbını yasakladılar. Ancak bu Emperyalistler sömürgeleştirdikleri İslam bölgelerinde ne buldularsa aldılar. Doğal kaynakları kendi ülkelerine aktarmak   için bir çok sistemler geliştirdiler. Örneğin Kuzey İngiltere'deki dokuma fabrikalarını ,Hint tekstil sanayiinin yıkıntıları üzerine  kurdular.
En önemli olgu, Bunlar  sömürgeleştirdikleri veya yarı sömürge  yerlerdeki ülkelerde kendilerine körü körüne bağlı bir yönetici sınıfının oluşmasını örgütlediler. Ne acıdır ki bu satılmış sınıfın büyük çoğunluğu din adamlarıydı.
Batılı emperyalistler için Müslümanlık gerek teolojik gerek politik gerekse entelektüel sorunlar içeriyordu. Teolojik sorun, bu dünya için İslam ve peygamberi reddetme anlayışını getirdi. Politik sorun içinde peş peşe haçlı seferleri düzenlendi. Son uyarı Kuran ve peygamberini şeytanla eş tutan bu adamların yaptıkları da ne yazık ki Allah adına din adına yapıldı.
Oysaki Allah tüm uyarılarına kardeş olun ,kan dökmeyin derken Haçlılar 1099 da Kudus'de 70.000 çoluk çocuk öldürüyordu.
Hiç Müslüman görmemiş Hıristiyanlar için bu tip barbar,şehvet düşkünü,cahil  tipindeydi. Ve gene acıdır ki evrensel mesaja  inat bu tip Avrupa düşüncesinin ,sözde aydının ve yazımının elinde yazıldı.
Osmanlı imparatorluğunun Müslüman olmasına rağmen yaptığı hatalar  tüm orta doğunun Müslüman olmasına rağmen  bu emperyalistlerin oyuncağı olmasının temelinde ne yatıyor sizin düşünmenizi rica ediyorum.Toplum merkezli din anlayışı,ideolojik din anlayışı,dinadamı sultalığı ve teokratik devlet düzenleri Osmanlı imparatorluğu dönemleri ve  o dönemin ortadoğusunun durumu  müslümanlığın  bir yok oluşa gitmesinin sebebleridir.Ortada bir din olgusu var ve bu olgunun bireysel şekillenmeden çıkıp bazılarının elinde kumanda düğmesi olmasının yarattığı sonuç  hep kan olmaya mahkumdur. Satılmışlığa mahkumdur.Allah'ı deyip Allah'ı inkar a  mahkumdur.

Oysaki 1500 yıl önce İslam bize mülk sahibi olma ,bireysel özgürlük,eş seçme,ilime yönelme,gerekli olduğunda çocuk aldırma  evlilikte cinsel doyum bulma gerekliliği gibi bir çok hak tanımışdı.Ve bize gösterişsiz ılımlı  olmalarını öğütlerken ,ayrıca//inanan erkeklere gözlerini indirip iffetlerini unutmamaları söyle ve inanan kadınlara da gözlerini indirip iffetlerini unutmamalarını söyle// derken bu ayet çoğu zaman kadınlara yönelik yorumlanıp kadınların tamamen iffetli olmaları gerektiği ve toplum içinde kapalı giysiler giyinmeyi gerektirdiği baskısını doğurdu. Sanki o ayet de erkeğe hüküm yokmuş sanki o ayet öyle diyormuş gibi. Kuranın çarpıtılmış ve cinsiyetçi ön yargılarla yorumlanması kadınlara karşı haksız uygulamalar ve hukuk düzenleri oluşturdu.
Örneğin kadınlarında boşanma hakkı varken, bu engellendi. Köleci zihniyet hortlatıldı. Hatta bazı yerlerde kadınlar bile sünnet edilmeye başlandı. Kadınlarında eş seçme özgürlüğü varken  bu yok sayıldı.
 Bu birikimler birike birike fanatik, hoşgörüsüz İslam toplulukları belirdi. Ve daha da ileri gidilerek İslam'ın tek doğru yorumunun  kendilerinin olduğu ve bunu da ancak kendi kuracakları bir İslam devleti ile mümkün olacağı kanıları gelişti.
Bugün  fundemalist guruplarda  İslam'ın bütünsel ve Allah merkezli görüşünü teokratik ve totaliter düzene dönüştürmek için  esirgeyen ve bağışlayan Allah yerine zorlayıcı ve politik bir Allah ı koymaya yöneldiler.
İslam'ın ilk bilgelerinin evrensel faydalarına Hıristiyan dünyasının din adamları sultası karşı çıkıp İslam'ı tek düşman göstererek  dini sahiplendiyse,bugünün bu gurupları da karşı olan herkesi  düşman olarak göstermeleri bir tesadüf müdür?
 İşte bu dünyanın sona gidişinin izleridir. O yüzden bu çoğulcu din adına totaliter baskı guruplarına  karşı olmak Allah katında daha değerlidir eminim.


 Kuran herhangi bir devlet şekli buyuran toplumcu bir mekanizma üzerine kurulu  değildir. Eski gelenekleri bugün yaşatalım diye saçma sapan ikilemlere girmek bir aptallıkdır.Evrensel kardeşliği buyuran Allah'ın son uyarısını  ideolojik bir sentez görüp,tüm yaşam biçimlerine baskı unsuru uygulayıp nasıl bir kardeşlik temin edeceksin?
Tipik kaderci yaklaşımla sadece geleneğe tapan bu anlayış ile bir bakarsınız ki yeni gelenekler doğar.
İslam'a ille de bir birlikte yaşamak için şekil sunmak istiyorsanız en uygunu bana göre sosyal demokrasidir. Burada bir kavram tartışması doğmasın benim anladığım sosyal demokrasi bugün hiçbir ülkede uygulanmamaktadır.


İbadet konusuna gelince. Şuna bir inanalım. Nerede olursak olalım biçimsel olarak ve nesnel işaret hareketleri görülmeyen yüreğinizle hatta hayalinizle yapılacak ibadet de değerlidir. Önemli olan niyetdir. Ruhun benliğini temizliğini ve saflığını yoğunlaştırmaktır.
Ve sevgidir. Kendi dilinle bildiğin duayı da okuman yada onun adını anman hiçbir çıkar gözetmeden pazarlık yapmadan onu anmanda bir ibadettir.
Ve temizliktir. Çağımızda vücudun temizliğinin ne denli önemli olduğunu ne denli faydalar sağladığı bir gerçektir.
Yüce Allah dünyanın yaratılışından bu yana bireyin tüm bu önemli değerlere sahip çıkmasını buyurmuştur. Ta ilkel toplumlardan bu yana Mısırda Çin de bulunan tüm belgelerde bunlar görülür. Yunan Roma gibi eski uygarlık merkezlerinde rahipler bir dinsel törene başlamadan önce tüm vücutlarını ve ya bazı kısımlarını yıkamaları bir tesadüf müdür.
Brehmen ve Zerdüşt lerde de temizlik dinsel görevlerin başında gelir. Hahamlarda duaya başlamadan ellerini yıkar.Hz.İsa da meta incili 16/20 babda yürekteki tüm pis düşüncelerin insanı kirlettiğini belirterek ruhun ve vücudun arındırılması gerektiğini
Allah'ın uyarısı ışığında belirtmiştir.
Kuranda 24 ayet de temizlik ve yıkama belirtilmiştir. Tinsel anlamda temizlik ise Allah'ın bize verdiği ana mesajdır. Namazı bile bu tinsel anlamda uygula yamanlar bana göre bir kukladır.
Emeviler döneminde düzenlenen rekat sayıları ile  saçı sakalı karışmış ayakları kokan bazı zatların namazları ne faydadır?
Kuran kıbleye yönelip secde  etmeyi buyurmuşken bunu kendi hegemonya ve geleneklerine hapsedip örneğin bir kuzey ülkesinde namazı bile komik duruma düşürenler İslam'ın evrensel kardeşliğe yönelişini engelleyenlerdir.
//YÜREĞİNDE ALLAHI HİSSEDEN,ONUN YARDIMLARINA İNANANLAR İÇİN KAPILAR KAPANMAZ//(Mümin 60)
BANA DUA EDİNİZ SİZE KARŞILIK VEREYİM//(Meta incili VII 7)

Temel koşul ,yüreğinle  yüreğin o giz noktası ile ona yakarmak onu anmaktır. Onu sevmektir .O akıl vermiş düşünmeyi emretmiştir. Hatalardan sıyrılmayı başarmak senin görevindir. Yaptığının hata olduğunu hissettiğin an her şeyinle ona yalvarman gerekir ki önünde bir kapı daha açsın sana. Eğer sen ısrarcıysan hatanda açılacak kapı başka bir hataya yönelişin kapısı olur. Onun adıyla andığın her tinsel yakarışına karşılık verilir. Ve İnsan ömrü bu kapıları açıp kapatmakla bir sınav sürecindedir.
Düşünmek ,Onun insana verdiği bir erdemdir. Descartes'in var olma anlayışına bunu bağlarsak,bizi diğer yaradılışlardan farklı kılan etmeni görürüz. Düşünebilenin hatayı da kötüyü de düşündüğü için ,yürekte hissedişin önemini daha iyi anlarız.
Önümüzdeki yolda, Allah'ın bize verdiği mesajlara uygun ve doğru bir halde gider iken fazladan gösterişçi,şirke bulaşmış yakarışların faydası değil zararı vardır.
Toplu bir ibadette riya  unsuru Gazalinin dediği gibi çok olur.
Allah adına hiçbir gösteriş affedilemez. Hele çoğul bir gösteriş. Son uyarı bu gösterişi ve kalabalığa mahkum gelenekçi yakarışlara en sert tepkiyi göstermiştir. Dağın taşın eğildiği  Yüce Allah'a sen üç sakalınla ,nasıl giyinmenle ben şöyle hu çekerim demekle bir önem sınıfına giremezsin. Bu tür ayrımcılık Arapça töre örf adet anlamına gelen sünnetçi yaklaşımlardır. Önemli olan neyin neyin bizi kurtaracağı değil neyin suç olduğudur. Bunu da bulacak gene kişinin kendisidir.
Binlerce yıl önce elde asa taşınır diye asa taşımanın bizi kurtaracağını düşünmekle kişisel özgür iradeye ulaşamayız.
Baskı zorlama tehdit oluşturmak,İslam da yoktur.(Bakara 256)Her kim ki tağuta sırt dönüp Allah'a inansın yeter denilmiştir. Hatta yasakçı anlayışa karşı Nisa 43 de Ey iman edenler sarhoşken ne söylediğinizi bilinceye kadar cunüpkende boy abdesti alıncaya kadar namaza yaklaşmayın derken  sarhoşlarında ayıldıktan sonra iman etme hakları olduğunu belirtmez mi?
Bu adam intihar etmiş neymiş cenaze namazını kılma, bu adam sarhoş Müslüman olamaz anlayışı İslam'ın evrensel kardeşliğine aykırıdır. Bunları yapanların Allah sevgisinden haberi yoktur.
//OKU KİTABINI BUGÜN SANA HESAP SORUCU OLARAK ÖZBENLİĞİN YETER//(İsra114)  Yani bırak o gelenekselci sünnetçi reaksiyonerleri sen kendine inan .Kendini bil. Yoksa bir Hanefi olur abdestliyken parmağının ucu kanadı der abdestin bozulur Şafi olur bozulmadı der gibi ayrımların içinde öz benliğini kaybedersin.
Sana içki ve kumarı sorarlar Deki her ikisinde de büyük günah ve faydalar vardır. Günahları faydasından büyüktür. Sen bunları Ahmet hocaya Mehmet hocaya göre yorumlarsan kendi öz benliğinden uzaklaşırsın.
Bir insan kendine zararı olacak şeyleri bilme gücüne ulaşabilmelidir. Bu sadece içki teması değildir. Bireyin kendi kendine vereceği zarar tüm yaşamı içerisinde sınanır.
Kısmet deriz. Bir evlilik olgusuna girerken uzun yıllar aynı yastığa baş koyacağımız bir insan seçmek zorundayızdır. Bu bir sınanmadır. Aile olgusu Allah'ın en değer verdiği olgulardan biridir. Biz eşimizi seçme özgürlüğünde ,kendi içimizdeki ikilemlerle  hareket edip yanlış bir yola girdiğimizde ileride gene kendimize zarar vermiş oluruz. Bizle yaşayacak çocukları yanlış yönlendirme tehlikesine gireriz. Bu Allah'ın sarhoşluğa verdiği cezadan çok daha büyük bir cezayı sunma sonucunu getirir.
Yaşamın dönüm noktalarında her birey önünde Allah tarafından ufak kapılardan büyüğe doğru kapılar açılır. Burada  bireyin yapabilecekleri vardır. Önemli olan iyiyi yapabilmektir.

SİZ HİÇ ÖLMEYECEKMİSİNİZ?
Evet ölmeyecekmiş gibi yaşamak  zorundasınız. Allah bu şevk ve canlılıkla  yaşamanızı bir seçenek olarak yaratılışımızın  fıtratımızın gizil  bir unsuru yapmıştır.
Bana göre bu gizil unsurun bir hedefi vardır ,ölmeyecekmiş gibi düşünme ceza korkusunu ortadan kaldırsın ve   birey  tek başına yapacaklarından  sorumlu olsun. Bir nevi rahat hareket edebilme özgürlüğünde iyi/kötü tayinini   yapsın. Elma faktörü belki de bu gizil unsurun anahtarıdır kim bilir.
Para hırsı işte  bu serbestliğin getirdiği en büyük  sorunlardan biridir. Bu serbestlikte çoğumuz   bu hırsla yanlış kapılara yönelir ,kibir ,gıybet ve sayısız yürek incitici suç işleriz. Ve en önemlisi de bunların çoğunu bilerek işleriz. Adamın iki tane fabrikası var. Faiz falan konu etmeyeceğim. Fakir hakkı yetim hakkı bir yana, gözlerinden kibir akıyor öyle kibir akıyor ki hissediyorum,neredeyse o kibir bana da bulaşıp ahh bende böyle zengin olsam   ikilemine giriyorum. Halbuki onun gibi zengin olup da onun gibi olmamak değil mi aslolan. Zenginlik nedirki? Yetim hakkı yeme diyen kitap,karşındakine yardım et diyen kitap  dururken yetim hakkı yiyen o zatların acı zenginliği artmaktadır.Kabir eziyetlerinde  o yetimlerin hakkının hesabı sorulacaktır,farkında değiller.
Kendin ol  dediğimi bencil ol anlayanlar zengin oldular mı ,Allah razı olsun diyerek bu tip adam olurlar.Geçmişi unutan bu zatlar için gelecek acılarla doludur.
İşte tek başına lığınız  o kadar çok soruyu cevaplandırarak sizi  Allah'a ulaştıracak ki siz kendi vücudunuza dahi iyi davranmayı öğreneceksiniz.  Kendine iyi olan mutlak başkalarına da iyi olmayı bilecektir.    
                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                     
Kendinizi seveceksiniz. Size verilen emaneti doğru kullanmayı öğreneceksiniz. Yaşadığınız yerde emanet,. bedeninizde. Ve hepsinin bir görevi olduğuna inanıp sımsıkı sarılacaksınız kendinize. Belki göreviniz  kötülere ,kibire her türlü pisliğe karşı savaşmak. Ama siz bunun farkında değilsiniz. Önceliklerin hangisi olduğunun tayini size kalıyor. Ama unutmayın her kişinin bir görevi olduğu bu dünyada aynı zamanda her şeyinizle sınanmaktasınız.Herşeyinizle bunu unutmayın. İki metrekarelik bir toprağı durduk yerde sulamak geldi ya içinizden,ya bilseydiniz oncacık yerde milyarlarca canlının yaşadığını? Halbuki bilmeden yaptınız o hareketi. Belkide geçmiş deneyimlerinizden belki de  bilinçaltınızda kalan birkaç bilgiden. Ama birdenbire ama tek başınıza ."TEK BAŞINIZA" suladığınız yerde yaptığınız eylem birçok bilinmez iyiye gidiyor kim bilir.


Ölmeyecekmiş gibi yaşamak ama  tek başınalığınızın gücünü bilmek. Vucudunuzda ki binlerce mekanizmaya iyi bakmak. İster birdenbire ister bilerek.
Ben günde iki buçuk bazen üç paket sigara içen biriydim.  Ramazanlarda  güya sabahları sigara içmiyordum ama sahura kadar gene aynı paket bitiyor kendimi kandırıyordum. Bir hafta bayağı ağır bir grip oldum. Hem hastaydım hem sigara içiyordum. Birinci veya ikinci gün sigara koltuğun üstünden arkasına düştü. Şöyle bir düşündüm. paketi oradan ne kadar zaman almayacağım,ne kadar dayanacağım. Kendimi sınamak istedim. Ve o paketi oradan almadım. Sonbahardan yaza kadar devam eden bu süreç sonunda stres ve sinirsel yıpranma ve düzensiz beslenme sonucu vücudumda bir çok olay meydana geldi. Hatta hiç alakası yokken idrar yolları ile ilgili bir sinir bozucu teste tabii tutuldum. Doktor arkadaşım sigarayı tam zamanında bırakmışsın ,sana iyi ki bu konuda baskı yapmışım dedi. Yıprandım,çok yıprandım. Bir yandan sigara bir yandan işler bir yandan bu fiziksel rahatsızlıklar sonucu  bir ay bir tatil yaptım. Orada hep kendimle baş başa hep kendimi dinledim. Halada kendimle mücadelemi sürdürüyorum.
Bunları anlatırken esas öğe, kişinin kendi vücuduna kendisinin sahip çıkması gerektiğidir. Eylemini kendi gerçekleştirmesidir. Hadi gel sigarayı bırakma seansına gidelim ,e hadi gel şu akupunkturcuya gidelim ile topluluk içindeki eylemlerin başarı şansı azalır. Hele birde sigara gibi bir bağımlılık bir hastalık konumunda bir dert varsa ortada ,bütün iş kendi başınıza olacaktır.

Belirli bir yaşa geldiğinizde, şöyle bir arkanıza bakma ihtiyacı duyarsınız.İllede gece yarısı kafanızı uyumak için yastığa koyduğunuzda olur. Hep bir muhakeme içerisindesinizdir. Şunu yapmasaydım şu olmasaydı ,şu kişiye haksızlık ettim vs. gibi. Bunlar sizin biriktirdiğiniz  yanlışlardır. Benliğinizi rahatsız etmeye başladıkları vakit,yakında büyük bir kasırga geliyor demektir. Bu kasırgada  sizin alacağınız yara ,biriktirdiğiniz yanlışların  boyutuna göre size Yüce Allah tarafından verilecek derstir. Kendine ,çocuklarına,ailene, yanlış yapmamaya çalışmak gerekmektedir. İşinde haramdan kaçınmak ana kural olmalıdır. Yetim hakkı yememek şarttır. Yanlış olduğunu bildiğin bir şeyin vicdani sorgusunu yaptıktan sonra ,kime karşı bunu yaptıysan o an içinde bulunduğun duygularını açmak zorundasın. Örneğin karısını  aldatan bir kişi, her şeyi göze alarak  bunu karısına söyleyebilmelidir. Eksik tartan birisi bir dahaki sefer yanlıştan dönüp aynı ölçünün  fazlasını tartabilmelidir. Haram olduğunu idrak edip haram yiyen birisi bu yanlışından dönüp yediğini iade edecek yolları aramalı bulmalıdır. Kısaca yanlışlar biriktirilmemelidir. Ders veya ceza , ilk önce kişi kendi kendine verecektir. Vermelidir. Eğer Allah'ın dersi veya cezasının gazabından korkuyorsanız  ,yanlış olduğuna inandığınız bir yanlış için kendinize ceza vermeyi öğrenmelisiniz. Bu o kadar basit de olabilir çok büyük de olabilir. Yeter ki af dilemeyi,kendinizi sınamayı sorgulamayı cezalandırmayı bilin. Türk tasavvufunda bunun gibi bir çok örnek vardır. Benim bu düşüncelerim kendimin düşünceleridir. Kendim bu yolu uyguluyorum. Burada şu kolaycılık mantığında olmayın. Ben hırsızlık yapayım,bunu söyleyeyim. Yada  ben  haram yiyeyim bunu söyleyeyim. Kurtulayım. Yukarıda anlatmak istediğim ana konu önce kafada temizlenmektir. Yoksa cezasız kalınacak falan değildir. Bir gün kirli kalmakla  on beş gün kirli kalmak aynı şey değildir. İkinci gün yıkanınca, için yıkandı,organlarında yıkandı  demek değildir.  Temel öğe saf arı ruh temizliğine ulaşabilmenin yollarıdır. Bazı düşünürler insan ergenliğinden itibaren kötüdür,o yüzden halvete kapanıp arınması yada daha değişik metotlar sunmuşlardır.
Ama o vakit insanın özgür iradesi,görevleri ve sınanması mümkün olabilir mi ?Daha da evrensele yayılamayıp,küçük veya bir grubun çemberinde kalmak olmaz mı?
Dedim ya ,yanlışlar birikmesin. Çocuklarınız arasında bile ayrım yapmayın diyen yüce Allah sizin çocuklarınızı  bile ayrıma düşürerek  sevebileceğinizi  bunun gerçek ,öz,saf  insan boyutuna ulaşmaya engel olacağını  böyle bir sevginin sevgi olmayacağını bilip de ,sizin ona ben ettim sen etme diye uyduruktan laflarla ,dualarla,ibadet ile kandırabileceğinizi mi düşünüyorsunuz?  Her şeyi yapayım ama,af dileyim ibadet edeyim kurtulayım mantığı ile  bir yere varamazsınız. Önce kendin olmayı öğreneceksiniz. İnanın bana insanın  kendi kendini affedebilmesi kadar zor bir şey yoktur. Kendinizi kandırmadan kendinizi affetmekle işe başlayın. O zaman  yanlışlarınızı biriktirmemeyi öğrenirsiniz.

Bir aynaya bakıp da ,sırtınızı birden dönün. Şöyle bir vücudunuza bakın. Sanki bu vücut sizin  değil gibi gelir bazen,bunu hissedersiniz. Yüreğiniz dostum yüreğinizi çalıştırın.Vucudunuzu eleştirin. Eleştirmekten korkmayın. Yanlış yapanı eleştirin,kendinizi eleştirin,okuduğunuz kitabı eleştirin. Zaman geçtikçe göreceksiniz  o yüreğinize ulaşacaksınız. Bir ağacın, bir dağın , Allah'a  eğilişini hissederek görebileceksiniz. Kendinizin şu koca dünyada ne kadar küçük olduğunuzu anlayacaksınız. Parayla dünyayı satın alabileceğini düşünen,yada herşeyi paraya endeksleyen vucutların  bir gün nasıl perişanca yok olacağını göreceksiniz.Bazı dostlar soruyorlar,e öyleyse para niye var? Para , Allahın bizi belirli evrelerde sınadığı  bir oyuncaktır .Yetinme dersi verir.Vermez.Fazla  verir. Tüm bu evrelerde en önemli etken hırsa kapılıp yanlışlara kapılmamakdır. 
Kibir,haram,horgörme,vucut satınalma gibi  bir çok yanlış  bu hırsla  çoğalır. Bu düşünce ve fıtratımıza uygun güzel bir kızılderili sözü var ,derki ; "Yalnızca son ağaç kesildikten sonra,son ırmak zehirlendikten,son balık yakalandıktan sonra ,ancak ondan sonra paranın yenmeyeceğini  anlayacaksınız."
Kibirden  haramdan kaçının. Çok paranız  var gibi hissettiğiniz çok anlar yaşarsınız hayatınızda .Her kişiye Allah hissettirir bunu. Geçen bayram yetimhaneden bir çocuk kapıyı çaldı.Bayram harçlığı uzattım.Yok Tuğrul amca ben şey için geldim. E ben bayram harçlığımı topladım,güvenecek kimsem yok  sende kalabilirmi ,çok parada korkuyorum. Baktım  paraya onmilyon.
Önemli olan bu anlarda,sınandığınız anlardaki tavrınızdır. Bazıları kendilerinde yokken dahi verirler.Ailesinin çoluğunun çocuğunun hakkını. Buda yanlıştır.Para bir denge unsurudur.O çok verene ,gereksiz verene Allah daha çok verirse yanlışa ulaşma,yapamadığını yapma  isteği daha fazla olacağı için bu kişiler hep yetinme dersi ile verir evresinde kalırlar.Kendilerinin düşündüğü fazla verir evresine  bir türlü geçemezler.Gene burdan çıkan sonuçlar gösterirki,Allah herşeyi bilir.Herşeyi duyar,herşeyi görür. Rızkınız bellidir.Rızkınız için eziyet çekecekseniz çekeceksinizdir.Kimbilir belkide biriktirdiğiniz bir yanlışın cezasını çekmektesiniz kimbilir.









Tam yedisenedir  araştırdığım ,okuduğum ve yazdıklarımı  paylaşma vakti geldi. Öncelikle bir  durumu vurgulamak istiyorum. Bana nedir bunları yazmakdaki amacın diye sorma hakkını kendinde bulan bir büyüğüm , on gün sonra mezheplerle ilgili bir yazıyı  bana sundu. Yaşam işte böyle bir şey. Amacınızın ne olduğunu öyle bir an gelir ki, siz dahi bilemezsiniz. Tıpkı benim gibi. Tıpkı suladığınz bahçenin topraktaki milyonlarca canlıya   hayat vermeniz gibi. O yüzden  amaç sormak yerine yaşamı ,nereden gelip nereye gittiğimizi sorgulamak , kendimizi  sorgulamak ki bu çok önemli, çünkü bakıyorum hala inancını şekillendirememiş bazı konulardaki  bilgi eksikliğine  rağmen bilgiç tavırlara girilmiş bir durumda  çoğumuz.  O yüzden neye inandığınızı bilmeniz açısından kendinizi sorgulamanız gerekmektedir. Kendinizi şu makinenin şu materyal  çemberin dışına atın. Siz kendi vucudunuza kardeş olamadıktan sonra ,Dünyayı evrensel kardeşlik içerisinde ne tutabilir bir düşünün .
Yüreğinizin perdesini açın ,Umarım Allah o perdeyi kapatmamıştır.
                                                                                                    
Ertuğrul ÇINAR
                                                                                                    Aralık 2000